Allahü teâlâ ile Tûr dağında konuşmuştur.
MÛSÂ ALEYHİSSELÂM
İsrâiloğullarına
gönderilen peygamberlerden. Peygamberler içinde üstünlükleri olan ve
kendilerine ''ulü'l-azm'' denilen altı peygamberin üçüncüsüdür. Allahü
teâlâ ile konuştuğu için, ''Kelimullah'' denilmiştir. Beni İsrâil'e
gelmiştir. Yâkub aleyhisselâmın soyundandır. Hârûn aleyhisselâmın
kardeşidir. Babasının ismi İmrân'dır. Annesinin ismi Nüceyb veya Nâciye
veya Yuhâbil'dir. Hazret-i Yûsuf'tan sonra, Mısır'da, İsrâiloğulları
iyice artıp çoğaldı. Bunlar hazret-i Yâkûb ve hazret-i Yûsuf'un
bildirdikleri dine inanıyorlar ve emirleriniyerine getiriyorlardı.
Mısır'ın eski yerlisi Kıbti kavmiyse yıldızlara ve putlara taparlardı
ve İsrâiloğullarına hakâret gözüyle bakar, başlarında bulunan
firavunlar onları esir gibi ağır işlerde kullanırlardı. Onların
çoğalmasından endişe ederlerdi. Beni İsrâil, Kıbti kavminin kötü
muâmelelerinden ve firavunların ağır tekliflerinden bezmiş,
usanmışlardı. Bu bakımdan dedelerinin eski yurtları olan Ken,ân
diyârına gitmek isterlerdi. Fakat firavunlar onların Mısır'dan
çıkmasına izin vermeyip, eziyetlerini artırırlardı. Mısır'ın idâresini
elinde bulunduran ve firavun denilen krallar, kendilerine mezar olarak
dağ gibi piramitler yaptırıyorlar ve bu piramitlerin yapımında binlerce
insanı zorla çalıştırıyorlar. Allahü teâlâyı inkâr edip, ilâhlık
dâvâsında bulunuyorlardı. Bu zamanda falcılık, sihirbâzlık meslek
hâline getirilmiş ve ülkenin her tarafında kâhinler, sihirbâzlar
türemişti. Bu sırada Mısır halkının başında bulunan Firavun bir gece
rüyâsında Kudüs tarafından çıkan bir ateşin Mısır'ın yerli halkı
Kıbtileri yaktığını, İsrâiloğullarına ise hiç zarar vermediğini gördü.
Bu rüyâyı yorumlayan kâhinler, İsrâiloğullarından bir erkek çocuk
dünyâya gelecek, senin saltanatını yıkacak ve sen helâk olacaksın,
dediler. Bunun üzerine Firavun on iki kabile hâlinde olan ve her bir
kabilenin başında bir idârecisi bulunan İsrâiloğullarının
birleşmesinden de iyice endişelendi. İsrâiloğullarından doğacak erkek
çocukların öldürülmeleri için kânun çıkardı. Bu hâdise karşısında
İsrâiloğullarının sıkıntıları iyice arttı. Firavun'un emrine karşı
gelenler topluca öldürülmeye başlandı. Bu sırada doğan Mûsâ
aleyhisselâmın annesi onun da öldürülmesinden korkmuş ve çok
endişelenmişti. Kur'ân-ı kerim'de onun kalbine meâlen şöyle ilhâm
edildiği bildirilmektedir. ''Mûsâ'nın annesine şöyle ilhâm ettik: Bu
çocuğu (Mûsâ'yı) emzirİ sonra öldürülmesinden korktuğun zaman onu suya
(Nil Nehrine) bırakıver, boğulmasından korkma, ayrılmasından
kederlenme. Çünkü biz, muhakkak onu sana geri vereceğiz ve kendisini
peygamberlerden yapacağız.'' (Kasas sûresi:7)
Mûsâ
aleyhisselâmın annesi onu bir sandığın içine koyup Nil Nehrine bıraktı.
Nehir üzerinde akıp giderken akıntı onu Firavun'un sarayına doğru
sürükledi. Firavun'un hanımı Âsiye, sandığı görerek yakalayıp saraya
götürdü. Sandığı açıp içinde nûr topu gibi bir çocuk görünce onu cân u
gönülden sevip;''Aman bunu öldürmeyiniz. Belki büyür de işimize yarar,
yâhut onu oğul ediniriz.'' dedi. Onu emzirmek için pekçok süt analar
getirtti.. Mûsâ aleyhisselâm hiçbirisinin memesini almadı. Annesi,
çocuğunun Firavun'un sarayına alındığını ve süt annesi arandığını
öğrendi. Süt annesi olabileceğini söylemesi için kızını yâni hazret-i
Mûsâ'nın kardeşini gönderdi. Kardeşi saraya gidip; ''Size bu çocoğu
emzirecek, onu güzel yetiştirecek bir hanımı haber vereyim mi?'' dedi.
Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâmın annesini getirttiler. Mûsâ
aleyhisselâm onun memesini aldı ve bunun üzerine Firavun'un hanımı
Âsiye onu süt anneliğine kabûl etti. Böylece kimsenin haberi olmaksızın
kendi oğlunu Firavun'un sarayında emzirip büyüttü. Mûsâ aleyhisselâm
Firavun'un sarayında büyüdükten sonra sarayı terkedip akrabâsının ve
büyük kardeşi Hârûn'un yanına gitti. Bir gün gördü ki;
İsrâiloğullarından biriyle bir Kıbti kavga ediyor. Hazret-i Mûsâ
aralarına girip ayırmak için Kıbtiyi itip hafifçe göğsüne vurdu. Kıbti
yere düşüp öldü. Hazret-i Mûsâ elinden böyle bir kazâ çıkmasına üzüldü.
Firavun'un şerrinden çekinip, Mısır'dan ayrılarak Medyen'e gitti. Orada
peygamber olan Şuayb aleyhisselâmla buluşup, on sene Medyen'de kaldı ve
Şuayb aleyhisselâmın kızıyla evlendi. Daha sonra Mısır'a gitmek üzere
Medyen'den ayrıldı. Tur Dağına geldiği sırada mekânsız olarak Allahü
teâlâ ile konuştu. Kendisine ve kardeşi Hârûn aleyhisselâma
peygamberlik verildi. Elindeki asânın yılan olması mûcizesi ve eline
koynuna sokup çıkarınca bembeyaz olup, ışık yayması mûcizeleri verildi.
Sonra da Kur'ân-ı kerim'de meâlen şöyle vahyedildiği bildirilmektedir:
''Bu iki mûcize Firavun ve adamlarına karşı Rabbinin iki delilidir.
Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir. Firavun'a git, doğrusu o
azmıştır.'' (Kasas sûresi: 32-33)
Hazret-i Mûsâ Mısır'a varıp,
kardeşi Hârûn aleyhisselâm ile görüşüp, durumu anlattı. Firavun'a gidip
onu dine dâvet ettiler. İsrâiloğullarını serbest bırakmasını istediler.
Firavun ilâhlık dâvâsında bulunarak kabûl etmedi. Bunu üzerine Mûsâ
aleyhisselâm elindeki asâsını yere bıraktı. Kocaman bir ejderhâ olup,
hareket etmeye başladı. Elini koynuna sokup çıkardıi eli bembeyaz
göründü. Bu mûcize karşısında şaşırıp kalan Firavun, durumu vezirlerine
anlatınca, o sihirbâzdır dediler. Hazret-i Mûsâ; ''Size gelen gerçeğe
dil mi uzatıyorsunuz. Bu, sihir değildir. Bu, her şeyin yaratıcısı olan
Allahü teâlânın verdiği bir mûcisesidir.'' diyerek onları imana
çağırdı. Firavun ve adamları hazret-i Mûsâ'nın sözlerini dinlemediler.
Gösterdiği mûcizelere inanmayıp, sihirdir diye ısrâr ettiler. Firavun;
''Ey Mûsâ! Sihirbâzlığın ile bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Biz
de sana sihir göstereceğiz. Bir vakit veyer tâyin et.'' diyerek
ülkesindeki bütün sihirbâzları topladı. Mûsâ aleyhisselâm Allahü
teâlâya duâ ederek, sihirbazlarla karşılaşmayı kabûl etti. Mısır halkı
önünde sihirbazlarla karşı karşıya geldiler. Sihirbazlar ellerindeki ip
ve sopaları yere attılar, göz bağcılık ile bir takım yılanlar geziyor
gibi gösterdiler. Bu sırada Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsını yere
bırakıverdi. Mûcize olarak dehşetli ve çevik bir ejderhâ olup,
sihirbazların yere attıkları ve yılan gibi gösterdikleri şeyleri yuttu.
Bunu gören sihirbazlar; ''Bu mutlaka insan gücünün dışında bir
mûcizedir.'' dediler ve hazret-i Mûsâ'ya iman ettiler. Bu hadise
karşısında Firavun iyice azgınlaşıp, baskı ve zulmünü arttırdı. Mûsâ
aleyhisselâma inananları şehit ettirdi. Hazret-i Mûsâ'ya iman etmiş
olan kendi hanımı Âsiye'yi de şehit etti. Firavun ve kavmi küfürde ve
imansızlıkta ısrâr edince, Allahü teâlâ onları çeşitli belâlar verdi.
önce şiddetli bir kuraklık oldu ve çetin bir kıtlığa tutuldular. Sonra
su baskını, çekirge, haşarât ve kurbağa istilâsına uğradılar. Başlarına
belâ geldikçe hazret-i Mûsâ'ya gidip belânın kaldırılmasını ve iman
edeceklerini söylediler. Fakat belâ kalkınca azgınlıklarına devâm
ederek iman etmediler. Tekrar belâlar başlarına geldi. Buna rağmen iman
etmediler. Firavun ve kavmine gönderilen bu belâlar Kur'ân-ı kerim'in
A'raf sûresinde bildirilmektedir. Firavun ve kavmi, Mûsâ aleyhisselâmın
gösterdiği mûcizeler karşısında İsrâiloğullarının Mısır'dan gitmelerine
izin verdi. Mûsâ aleyhisselâm bir vakit tâyin ederek bir gece vakti
bütün İsrâiloğullarını toplayıp Mısır'dan çıktı. Bunun üzerine Firavun
izin verdiğine pişmân oldu. Derhâl askerini toplayıp, peşlerine düştü
ve sabaha doğru onlara Kızıldeniz kenarında yetişti.Önlerinde denizi
arkalarında düşmanı gören İsrâiloğulları endişeye kapıldılar. Bu sırada
Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma meâlen: ''Asân ile denize vur.'' (Şuarâ
sûresi:63) diye vahyetti. hazret-i Mûsâ bu emir üzerine asâsını denize
vurdu. Deniz hemen ikiye ayrıldı her bir tarafı yüksek bir dağ gibiydi.
Önlerine çok geniş ve kupkuru on iki tâne yol açıldı. On iki sülâle
olan İsrâiloğulları bu yollardan yürüyüp karşıya geçtiler. Firavun,
askerleriyle birlikte peşlerine düşüp denizde açılan yola dalınca,
açılan yol kapanıp sular kavuştu.Firavun askerleriyle birlikte boğuldu.
Firavun boğulmak üzere iken ''inandım'' demişse de onun ye'se kapılarak
söylediği bu sözü kabul olunmadı. Bu hususta kur'ân-ı kerim'de meâlen
şöyle buyurulmaktadır: ''İsrâiloğullarını denizden geçirdik. Firavun ve
askerleri haksızlık ve düşmanlıkla arkalarına düştüler. Firavun
boğulacağı anda, ''İsrâiloğullarının iman ettiğinden (Allah'tan) başka
bir ilâh olmadığına inandım, artık ben de Müslümanlardanım.'' dedi.''
(Yûnus sûresi:90) Ancak Allahü teâlâ Riravun'un imanını kabul etmedi ve
ona Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla şöyle hitap buyurdu: ''Şimdi mi
inandın daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin.'' (Yûnus
sûresi:91) ''Biz de bugün seni cansız bedeninle denizden yüksek bir
yere atacağız ki, arkadan geleceklere bir ibret olsun. Bununla berâber
doğrusu insanlardan birçok kimseler âyetlerimizden (ibret verici
mûcizelerimizden) gâfildirler.'' (Yûnus sûresi: 92) Tefsir âlimlerinden
Zemahşeri bu âyeti şöyle tefsir etmiştir. ''Seni deniz kenarında bir
köşeye atacağız. Cesedini tam, noksansız ve bozulmamış hâlde çıplak ve
elbisesiz olarak, senden asırlar sonra geleceklere bir ibret olmak
üzere koruyacağız.''
Firavun'un cesedi bir İngiliz araştırma
ekibi tarafından Kızıldeniz kenârında kumlar arasında bulunarak
İngiltere'ye götürülmüştür. Hâdisenin olduğu zamandan bugüne kadar üç
bin yıl geçmiş olmasına rağmen, Firavun'un vücudu bozulmamış hâliyle
secde eder vaziyette Londra'daki meşhur British Museum'da
sergilenmektedir. (Bkz. Firavun) Mûsâ aleyhisselâm Kızıldeniz'i
geçtikten sonra, İsrâiloğullarını Ken'an diyârına doğru götürdü. Yolda
putperest bir kavmin yurduna uğradılar. Bu kavim öküz sûretinde
yapılmış bir puta tapıyorlardı. Onların bu hâlini gören İsrâiloğulları
onlara meyl ettiler. Hazret-i Mûsâ'ya; ''Yâ Mûsâ! onların tanrıları
gibi bize de bir tanrı yap.'' dediler. Hazret-i Mûsâ onlara; ''Siz
câhil bir kavimsiniz. Allahü teâlâ size nimet ve kurtuluş verdi. Allahü
teâlâya iman ediniz, şirkten ve putlardan kaçınız.'' diye nasihat
etti.Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma bir kitap indireceğini vâdetmişti.
Tûr Dağına çıkması bildirildi. Mûsâ aleyhisselâm, kardeşi Hârûn'u
(aleyhisselâm) yerine vekil bırakıp, kendisi Tûr Dağına gitti. Kırk gün
Tûr Dağında kalıp, ibâdet etti. Vâsıtasız olarak Allahü teâlânın
kelâmını işitti. Bu sırada Tevrât kitâbı nâzil oldu. Mûsâ aleyhisselâm
Tûr'da iken, Sâmiri adında bir münâfık İsrâiloğullarının ellerindeki
altınları topladı. Eriterek bir buzağı heykeli yapıp işte sizin
ilâhınız budur diyerek İsrâiloğullarını aldatınca, buzağıya tapmaya
başladılar. Hârûn aleyhisselâm her ne kadar nasihat ettiyse de
dinlemeyip, ona karşı çıktılar. Mûsâ aleyhisselâm Tûr'dan dönünce, bu
hâle çok gadaplanıp Sâmiri'yi reddetti ve yaptığı buzağı heykelini
yakıp denize attı. Sâmiri de insanlardan ayrı ve uzak, vahşi bir
şekilde, başkalarını ona yaklaşamadığı gibi, o da başkalarına
yaklaşamaz hâlde yaşadı. Bu hâlde bulunan Sâmiri sahrâda perişan bir
hâlde helâk oldu. Hârûn aleyhisselâma bu durumu sorunca; ''Nasihat
ettim dinlemediler. Az kaldı beni öldüreceklerdi.'' dedi. Böylece
hazret-i Mûsâ'nın gadabı geçti. Onlara, kendisine Tevrât'ın
indirildiğini bildirdi. İsrâiloğulları da Tevrât'ta bildirilen
hükümlerle amel etmeye başladılar. Putlara tapmaktan
vazgeçtiler.Şirkten kurtulup, Allahü teâlâya imân ve şbâdet ettiler.
İsrâiloğulları Tih sahrasında kaldıkları sırada Mûsâ aleyhisselâmın
bildirdiklerine uymayıp yine taşkınlık gösterdiler. Mûsâ
aleyhisselâmdan çeşitli isteklerde bulundular. Allahü teâlâ Mûsâ
aleyhisselâmın duâsı üzerine, Tih Sahrasında susuz kalan
İsrâiloğullarına su ihsân etti. Allahü teâlânın emriyle Mûsâ
aleyhisselâm asâsını yere vurup, on iki tâne pınar fışkırıp
İsrâiloğulları içtiler.
MÛSÂ ALEYHİSSELÂM
İsrâiloğullarına
gönderilen peygamberlerden. Peygamberler içinde üstünlükleri olan ve
kendilerine ''ulü'l-azm'' denilen altı peygamberin üçüncüsüdür. Allahü
teâlâ ile konuştuğu için, ''Kelimullah'' denilmiştir. Beni İsrâil'e
gelmiştir. Yâkub aleyhisselâmın soyundandır. Hârûn aleyhisselâmın
kardeşidir. Babasının ismi İmrân'dır. Annesinin ismi Nüceyb veya Nâciye
veya Yuhâbil'dir. Hazret-i Yûsuf'tan sonra, Mısır'da, İsrâiloğulları
iyice artıp çoğaldı. Bunlar hazret-i Yâkûb ve hazret-i Yûsuf'un
bildirdikleri dine inanıyorlar ve emirleriniyerine getiriyorlardı.
Mısır'ın eski yerlisi Kıbti kavmiyse yıldızlara ve putlara taparlardı
ve İsrâiloğullarına hakâret gözüyle bakar, başlarında bulunan
firavunlar onları esir gibi ağır işlerde kullanırlardı. Onların
çoğalmasından endişe ederlerdi. Beni İsrâil, Kıbti kavminin kötü
muâmelelerinden ve firavunların ağır tekliflerinden bezmiş,
usanmışlardı. Bu bakımdan dedelerinin eski yurtları olan Ken,ân
diyârına gitmek isterlerdi. Fakat firavunlar onların Mısır'dan
çıkmasına izin vermeyip, eziyetlerini artırırlardı. Mısır'ın idâresini
elinde bulunduran ve firavun denilen krallar, kendilerine mezar olarak
dağ gibi piramitler yaptırıyorlar ve bu piramitlerin yapımında binlerce
insanı zorla çalıştırıyorlar. Allahü teâlâyı inkâr edip, ilâhlık
dâvâsında bulunuyorlardı. Bu zamanda falcılık, sihirbâzlık meslek
hâline getirilmiş ve ülkenin her tarafında kâhinler, sihirbâzlar
türemişti. Bu sırada Mısır halkının başında bulunan Firavun bir gece
rüyâsında Kudüs tarafından çıkan bir ateşin Mısır'ın yerli halkı
Kıbtileri yaktığını, İsrâiloğullarına ise hiç zarar vermediğini gördü.
Bu rüyâyı yorumlayan kâhinler, İsrâiloğullarından bir erkek çocuk
dünyâya gelecek, senin saltanatını yıkacak ve sen helâk olacaksın,
dediler. Bunun üzerine Firavun on iki kabile hâlinde olan ve her bir
kabilenin başında bir idârecisi bulunan İsrâiloğullarının
birleşmesinden de iyice endişelendi. İsrâiloğullarından doğacak erkek
çocukların öldürülmeleri için kânun çıkardı. Bu hâdise karşısında
İsrâiloğullarının sıkıntıları iyice arttı. Firavun'un emrine karşı
gelenler topluca öldürülmeye başlandı. Bu sırada doğan Mûsâ
aleyhisselâmın annesi onun da öldürülmesinden korkmuş ve çok
endişelenmişti. Kur'ân-ı kerim'de onun kalbine meâlen şöyle ilhâm
edildiği bildirilmektedir. ''Mûsâ'nın annesine şöyle ilhâm ettik: Bu
çocuğu (Mûsâ'yı) emzirİ sonra öldürülmesinden korktuğun zaman onu suya
(Nil Nehrine) bırakıver, boğulmasından korkma, ayrılmasından
kederlenme. Çünkü biz, muhakkak onu sana geri vereceğiz ve kendisini
peygamberlerden yapacağız.'' (Kasas sûresi:7)
Mûsâ
aleyhisselâmın annesi onu bir sandığın içine koyup Nil Nehrine bıraktı.
Nehir üzerinde akıp giderken akıntı onu Firavun'un sarayına doğru
sürükledi. Firavun'un hanımı Âsiye, sandığı görerek yakalayıp saraya
götürdü. Sandığı açıp içinde nûr topu gibi bir çocuk görünce onu cân u
gönülden sevip;''Aman bunu öldürmeyiniz. Belki büyür de işimize yarar,
yâhut onu oğul ediniriz.'' dedi. Onu emzirmek için pekçok süt analar
getirtti.. Mûsâ aleyhisselâm hiçbirisinin memesini almadı. Annesi,
çocuğunun Firavun'un sarayına alındığını ve süt annesi arandığını
öğrendi. Süt annesi olabileceğini söylemesi için kızını yâni hazret-i
Mûsâ'nın kardeşini gönderdi. Kardeşi saraya gidip; ''Size bu çocoğu
emzirecek, onu güzel yetiştirecek bir hanımı haber vereyim mi?'' dedi.
Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâmın annesini getirttiler. Mûsâ
aleyhisselâm onun memesini aldı ve bunun üzerine Firavun'un hanımı
Âsiye onu süt anneliğine kabûl etti. Böylece kimsenin haberi olmaksızın
kendi oğlunu Firavun'un sarayında emzirip büyüttü. Mûsâ aleyhisselâm
Firavun'un sarayında büyüdükten sonra sarayı terkedip akrabâsının ve
büyük kardeşi Hârûn'un yanına gitti. Bir gün gördü ki;
İsrâiloğullarından biriyle bir Kıbti kavga ediyor. Hazret-i Mûsâ
aralarına girip ayırmak için Kıbtiyi itip hafifçe göğsüne vurdu. Kıbti
yere düşüp öldü. Hazret-i Mûsâ elinden böyle bir kazâ çıkmasına üzüldü.
Firavun'un şerrinden çekinip, Mısır'dan ayrılarak Medyen'e gitti. Orada
peygamber olan Şuayb aleyhisselâmla buluşup, on sene Medyen'de kaldı ve
Şuayb aleyhisselâmın kızıyla evlendi. Daha sonra Mısır'a gitmek üzere
Medyen'den ayrıldı. Tur Dağına geldiği sırada mekânsız olarak Allahü
teâlâ ile konuştu. Kendisine ve kardeşi Hârûn aleyhisselâma
peygamberlik verildi. Elindeki asânın yılan olması mûcizesi ve eline
koynuna sokup çıkarınca bembeyaz olup, ışık yayması mûcizeleri verildi.
Sonra da Kur'ân-ı kerim'de meâlen şöyle vahyedildiği bildirilmektedir:
''Bu iki mûcize Firavun ve adamlarına karşı Rabbinin iki delilidir.
Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir. Firavun'a git, doğrusu o
azmıştır.'' (Kasas sûresi: 32-33)
Hazret-i Mûsâ Mısır'a varıp,
kardeşi Hârûn aleyhisselâm ile görüşüp, durumu anlattı. Firavun'a gidip
onu dine dâvet ettiler. İsrâiloğullarını serbest bırakmasını istediler.
Firavun ilâhlık dâvâsında bulunarak kabûl etmedi. Bunu üzerine Mûsâ
aleyhisselâm elindeki asâsını yere bıraktı. Kocaman bir ejderhâ olup,
hareket etmeye başladı. Elini koynuna sokup çıkardıi eli bembeyaz
göründü. Bu mûcize karşısında şaşırıp kalan Firavun, durumu vezirlerine
anlatınca, o sihirbâzdır dediler. Hazret-i Mûsâ; ''Size gelen gerçeğe
dil mi uzatıyorsunuz. Bu, sihir değildir. Bu, her şeyin yaratıcısı olan
Allahü teâlânın verdiği bir mûcisesidir.'' diyerek onları imana
çağırdı. Firavun ve adamları hazret-i Mûsâ'nın sözlerini dinlemediler.
Gösterdiği mûcizelere inanmayıp, sihirdir diye ısrâr ettiler. Firavun;
''Ey Mûsâ! Sihirbâzlığın ile bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Biz
de sana sihir göstereceğiz. Bir vakit veyer tâyin et.'' diyerek
ülkesindeki bütün sihirbâzları topladı. Mûsâ aleyhisselâm Allahü
teâlâya duâ ederek, sihirbazlarla karşılaşmayı kabûl etti. Mısır halkı
önünde sihirbazlarla karşı karşıya geldiler. Sihirbazlar ellerindeki ip
ve sopaları yere attılar, göz bağcılık ile bir takım yılanlar geziyor
gibi gösterdiler. Bu sırada Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsını yere
bırakıverdi. Mûcize olarak dehşetli ve çevik bir ejderhâ olup,
sihirbazların yere attıkları ve yılan gibi gösterdikleri şeyleri yuttu.
Bunu gören sihirbazlar; ''Bu mutlaka insan gücünün dışında bir
mûcizedir.'' dediler ve hazret-i Mûsâ'ya iman ettiler. Bu hadise
karşısında Firavun iyice azgınlaşıp, baskı ve zulmünü arttırdı. Mûsâ
aleyhisselâma inananları şehit ettirdi. Hazret-i Mûsâ'ya iman etmiş
olan kendi hanımı Âsiye'yi de şehit etti. Firavun ve kavmi küfürde ve
imansızlıkta ısrâr edince, Allahü teâlâ onları çeşitli belâlar verdi.
önce şiddetli bir kuraklık oldu ve çetin bir kıtlığa tutuldular. Sonra
su baskını, çekirge, haşarât ve kurbağa istilâsına uğradılar. Başlarına
belâ geldikçe hazret-i Mûsâ'ya gidip belânın kaldırılmasını ve iman
edeceklerini söylediler. Fakat belâ kalkınca azgınlıklarına devâm
ederek iman etmediler. Tekrar belâlar başlarına geldi. Buna rağmen iman
etmediler. Firavun ve kavmine gönderilen bu belâlar Kur'ân-ı kerim'in
A'raf sûresinde bildirilmektedir. Firavun ve kavmi, Mûsâ aleyhisselâmın
gösterdiği mûcizeler karşısında İsrâiloğullarının Mısır'dan gitmelerine
izin verdi. Mûsâ aleyhisselâm bir vakit tâyin ederek bir gece vakti
bütün İsrâiloğullarını toplayıp Mısır'dan çıktı. Bunun üzerine Firavun
izin verdiğine pişmân oldu. Derhâl askerini toplayıp, peşlerine düştü
ve sabaha doğru onlara Kızıldeniz kenarında yetişti.Önlerinde denizi
arkalarında düşmanı gören İsrâiloğulları endişeye kapıldılar. Bu sırada
Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma meâlen: ''Asân ile denize vur.'' (Şuarâ
sûresi:63) diye vahyetti. hazret-i Mûsâ bu emir üzerine asâsını denize
vurdu. Deniz hemen ikiye ayrıldı her bir tarafı yüksek bir dağ gibiydi.
Önlerine çok geniş ve kupkuru on iki tâne yol açıldı. On iki sülâle
olan İsrâiloğulları bu yollardan yürüyüp karşıya geçtiler. Firavun,
askerleriyle birlikte peşlerine düşüp denizde açılan yola dalınca,
açılan yol kapanıp sular kavuştu.Firavun askerleriyle birlikte boğuldu.
Firavun boğulmak üzere iken ''inandım'' demişse de onun ye'se kapılarak
söylediği bu sözü kabul olunmadı. Bu hususta kur'ân-ı kerim'de meâlen
şöyle buyurulmaktadır: ''İsrâiloğullarını denizden geçirdik. Firavun ve
askerleri haksızlık ve düşmanlıkla arkalarına düştüler. Firavun
boğulacağı anda, ''İsrâiloğullarının iman ettiğinden (Allah'tan) başka
bir ilâh olmadığına inandım, artık ben de Müslümanlardanım.'' dedi.''
(Yûnus sûresi:90) Ancak Allahü teâlâ Riravun'un imanını kabul etmedi ve
ona Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla şöyle hitap buyurdu: ''Şimdi mi
inandın daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin.'' (Yûnus
sûresi:91) ''Biz de bugün seni cansız bedeninle denizden yüksek bir
yere atacağız ki, arkadan geleceklere bir ibret olsun. Bununla berâber
doğrusu insanlardan birçok kimseler âyetlerimizden (ibret verici
mûcizelerimizden) gâfildirler.'' (Yûnus sûresi: 92) Tefsir âlimlerinden
Zemahşeri bu âyeti şöyle tefsir etmiştir. ''Seni deniz kenarında bir
köşeye atacağız. Cesedini tam, noksansız ve bozulmamış hâlde çıplak ve
elbisesiz olarak, senden asırlar sonra geleceklere bir ibret olmak
üzere koruyacağız.''
Firavun'un cesedi bir İngiliz araştırma
ekibi tarafından Kızıldeniz kenârında kumlar arasında bulunarak
İngiltere'ye götürülmüştür. Hâdisenin olduğu zamandan bugüne kadar üç
bin yıl geçmiş olmasına rağmen, Firavun'un vücudu bozulmamış hâliyle
secde eder vaziyette Londra'daki meşhur British Museum'da
sergilenmektedir. (Bkz. Firavun) Mûsâ aleyhisselâm Kızıldeniz'i
geçtikten sonra, İsrâiloğullarını Ken'an diyârına doğru götürdü. Yolda
putperest bir kavmin yurduna uğradılar. Bu kavim öküz sûretinde
yapılmış bir puta tapıyorlardı. Onların bu hâlini gören İsrâiloğulları
onlara meyl ettiler. Hazret-i Mûsâ'ya; ''Yâ Mûsâ! onların tanrıları
gibi bize de bir tanrı yap.'' dediler. Hazret-i Mûsâ onlara; ''Siz
câhil bir kavimsiniz. Allahü teâlâ size nimet ve kurtuluş verdi. Allahü
teâlâya iman ediniz, şirkten ve putlardan kaçınız.'' diye nasihat
etti.Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma bir kitap indireceğini vâdetmişti.
Tûr Dağına çıkması bildirildi. Mûsâ aleyhisselâm, kardeşi Hârûn'u
(aleyhisselâm) yerine vekil bırakıp, kendisi Tûr Dağına gitti. Kırk gün
Tûr Dağında kalıp, ibâdet etti. Vâsıtasız olarak Allahü teâlânın
kelâmını işitti. Bu sırada Tevrât kitâbı nâzil oldu. Mûsâ aleyhisselâm
Tûr'da iken, Sâmiri adında bir münâfık İsrâiloğullarının ellerindeki
altınları topladı. Eriterek bir buzağı heykeli yapıp işte sizin
ilâhınız budur diyerek İsrâiloğullarını aldatınca, buzağıya tapmaya
başladılar. Hârûn aleyhisselâm her ne kadar nasihat ettiyse de
dinlemeyip, ona karşı çıktılar. Mûsâ aleyhisselâm Tûr'dan dönünce, bu
hâle çok gadaplanıp Sâmiri'yi reddetti ve yaptığı buzağı heykelini
yakıp denize attı. Sâmiri de insanlardan ayrı ve uzak, vahşi bir
şekilde, başkalarını ona yaklaşamadığı gibi, o da başkalarına
yaklaşamaz hâlde yaşadı. Bu hâlde bulunan Sâmiri sahrâda perişan bir
hâlde helâk oldu. Hârûn aleyhisselâma bu durumu sorunca; ''Nasihat
ettim dinlemediler. Az kaldı beni öldüreceklerdi.'' dedi. Böylece
hazret-i Mûsâ'nın gadabı geçti. Onlara, kendisine Tevrât'ın
indirildiğini bildirdi. İsrâiloğulları da Tevrât'ta bildirilen
hükümlerle amel etmeye başladılar. Putlara tapmaktan
vazgeçtiler.Şirkten kurtulup, Allahü teâlâya imân ve şbâdet ettiler.
İsrâiloğulları Tih sahrasında kaldıkları sırada Mûsâ aleyhisselâmın
bildirdiklerine uymayıp yine taşkınlık gösterdiler. Mûsâ
aleyhisselâmdan çeşitli isteklerde bulundular. Allahü teâlâ Mûsâ
aleyhisselâmın duâsı üzerine, Tih Sahrasında susuz kalan
İsrâiloğullarına su ihsân etti. Allahü teâlânın emriyle Mûsâ
aleyhisselâm asâsını yere vurup, on iki tâne pınar fışkırıp
İsrâiloğulları içtiler.