İslâm dîni, Allah'ın, son
Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) vasıtasıyla bütün insanlara gönderdiği en son ve
en mükemmel dindir. İslâm'ın gelmesiyle, diğer dinlerin hükmü sona ermiştir.
İslâm dînini kabul eden kimseye Müslüman denir.
İslâm'ın en son ve Allah
katında yegâne mûteber din olduğu, Kur'an-ı Kerim'de şu şekilde belirtilir:
"Bugün sizin dîninizi sizin için kemâle erdirdim. Sizin üzerinizdeki
nîmetimi (lütuflarımı) tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçtim (yalnız
İslâm'dan razı ve ondan hoşnûd oldum)".(el-Mâide, 3).
"Kim İslâm'dan başka
bir din ararsa, ondan [seçtiği dîni] kabûl edilmiyecektir ve o, âhirette hüsrâna
[büyük zarara] uğrayanlardan [olacak]tır. "Allah katında yegâne [hak] din
İslâmdır."
(Âl-i İmrân, 19).
İslâm'ın Dışındaki Dinlerin Geçerliliği Neden
Kalkmıştır?
Tarihin çeşitli devirlerinde insanlara ayrı ayrı Peygamberler ve
dinler yollayan Allah Teâlâ, son din olarak onlara İslâm'ı ve son Peygamber
olarak da Hz. Muhammed'i (asm) göndermiştir.
İslâm'ın gelmesiyle Yahudîlik
ve Hıristiyanlık gibi eski dinlerin hükmü sona ermiştir. Bu, tıpkı, yeni bir
kanun çıkınca, eski kanunun hükmünün yürürlükten kalkması gibidir. Allah'ın son
dîni ve İlâhî Kanunu İslâm gelince, eski dinlerin ve ilâhî kanunlarıin
geçerliliği son bulmuştur.
İslâm dışında kalan dinlerin yürürlükten
kalkmasını gerektiren başlıca sebepleri şunlardır:
1 - Her şeyden evvel,
eski dinler, yalnızca belli bir zamana ve belli bir muhîtin insanlarına hitab
ediyorlardı. İslâm ise, topyekûn bütün insanlığa seslenmektedir.Dâveti umumî ve
mesajı cihanşümuldür.
2 - Eski dinler, sadece kendi zamanlarının insanlarını
muhâtab almışlardı. O zamanın insanlarının seciyeleri kaba ve mizaçları vahşete
yakındı. İlimde, medeniyette, fikir ve anlayışta geri idiler. Ulaşım ve
haberleşme imkânları, ibtidai bir haldeydi. Her bölgenin kültürü, inancı, örf ve
âdetleri farklı farklıydı. Karşılıklı fikir ve kültür alışverişi de oldukça
zayıftı. Bu yüzden, her muhîte ayrı ayrı Peygamberler gelmesi, başka başka
dinler gönderilmesi zarureti vardı. Zaman geçip insanlık ilim, fikir, kültür ve
medeniyet yönünden büyük gelişmeler kaydedince, eski mahallî dinler artık
insanların ihtiyaçlarına cevap veremez hale geldiler. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak
da insanlara en son din olan İslâmiyeti gönderdi.
İslâm dîni, 1400 yıl
evvelki dünyanın insanından,bugünün ve yarının modern insanına kadar gelip geçen
bütün insanlığa hitab edebilme özelliğinde olan bir dindir. Bu bakımdan,
kıyamete kadar hükmü bâki ve geçerlidir.
3 - Eski dinlerin, zamanla,
içlerine hurâfeler,bâtıl inançlar karışmıştır. Allah'ın birliğine îman esası,
yani tevhid inancı kaybolmuştur. İslâm ise, hâlâ ilk günkü tazelik ve saflığı
ile,bozulmadan durmaktadır. Netice olarak diyebiliriz ki: İslâm'ın dışında kalan
dinler, geceleyin bir sokağı aydınlatan bir fener ve sokak lâmbası gibidir.
İslâm ise, bütün dünyayı aydınlatan güneş hükmündedir. Güneş doğduktan sonra,
artık sokak fenerine hiç ihtiyaç kalırmı?
İslâm Dininin Özellikleri
Nelerdir?
İslâm dinini, sâir dinlerden ayıran belli başlı özellikleri
şunlardır:
1 - İslâmiyet, her asra ve her insana hitab eder, getirdiği
esaslar insanlığın bütün ihtiyaçlarına cevab verir. İslâm'ın bu cihanşümûl
özelliğine Kur'an'da şu şekilde işaret olunur:
"Ey Muhammed!(sav) Biz seni
BÜTÜN İINSANLARA yalnızca müjdeci ve korkutucu olarak gönderdik." (Sebe', 2.
"Ey Muhammed!(sav) De ki: 'Ey insanlar, ben Allah'ın HEPİNİZ İÇİN GÖNDERDİĞİ
Peygamberiyim'." (el-A'raf, 158).
2 - İslâmiyet kolaylıklar dînidir.
İslâm'da insanlara yapamayacakları veya yaparken zorluk çekecekleri işler
yüklenmemiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de İslâm'ın kolaylık prensipleri şu şekilde ifade
edilir:
"Allah, insanı ancak gücünün yeteceği işle mükellef
tutar..."(el-Bakara, 285)
"Rabbimiz, bize gücümüzün yetmiyeceği şeyi
taşıtma..."(el-Bakara, 285).
"Allah, sizin için kolaylık göstermek diler,
zorluk çıkarmak istemez..."(el-Bakara, 185).
Kur'an'da İslâm'ın kolaylıklar
dîni olduğu bu şekilde açıklanırken Peygamberimiz de,(sav) bu hususta hadîs-i
şeriflerinde şu prensipleri vaz'etmişlerdir:
"Ben ancak âlemlere rahmet
olarak gönderildim. Azâb için, zorluk vermek için gönderilmedim...
"Allah
Teâlâ, beni sıkıntı ve zahmet verici ve bunu arzu edici olarak göndermedi. Fakat
Allah beni, muallim (öğretici, bildirici) ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi...
"Dininizin en hayırlısı, en kolay olanıdır. Muhakkak ki din bir
kolaylıktır...
"Ben size neyi yasak ettiysem, ondan çekinin; size neyi
emretti isem, ondan gücünüzün yettiği kadarını yapın.
Sizden evvelki
ümmetleri ancak mes'elelerinin ve Peygamberlerine karşı ihtilâflarının çokluğu
helâk etmiştir.
"Amelden gücünüzün yettiği kadarını yapın.
Siz ibâdetten
bezmedikçe, Allah da sevab vermekten bıkmaz.
"Kolaylaştırınız,
zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, ürkütmeyiniz.
Hz. Âişe Validemiz, Resûlüllah
Efendimizin bu hususla ilgili tatibkatını şu şekilde beyan etmişlerdir:
"Resûlüllah (asm) iki şey arasında dilediğini tercihte serbest bırakıldı mı,
günah olmadığı müddetçe muhakkak onlardan en kolayını alırdı.Eğer iş günahsa
ondan halkın en uzak bulunanı Resûlüllah olurdu.
Bütün bu hadîs-i şerifler,
İslâm dîninin ne derece uygulanması kolay hükümler ihtiva ettiğini
göstermektedir. Cihanşümûl ve kıyâmete kadar pâyidar oluşunda,bu kolaylık
anlayışsının büyük yeri vardır. İslamiyet insanların dış görünüşten ziyade
insanın iç görünüşüne bakmıştır. İslâmiyet, ruh ile madde, dünya ile âhiret
arasında tam bir denge kurmuştur.
Yahudîlik beden zevklerini ve maddî
faydaları ön plânda tutar. Mensuplarını hırsla dünyaya bağlanmağa sevkeder.
Hıristiyanlık ve Hind dinleri ise, sadece ruhu geliştirmeye, vücuda
eziyetler çektirerek nefsin arzûlarını zayıflatmaya, dünya hayatını boşlamaya
önem verirler.
Buna karşılık İslâmiyet, ruh ile beden, dünya ile âhiret
arasında tam bir denge kurmuş; ne bedene, ne de ruha ızdırap çektirmeyi esas
almıştır.İkisine de aynı ölçüde değer vermiş; herbirinin ihtiyaçlarını ayrı ayrı
karşılamayı kabul etmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'de,"Allahım, bize dünyada iyilik,
âhirette de iyilik ver" âyeti, İslâm'daki dünya ve âhiret dengesini en iyi
şekilde belirtmektedir.
İslâm, ne dünyaya fazla değer vererek âhiretin,ne de
âhirete ağırlık vererek dünyanın terkedilmesine izin verir...
Âhiretin
dünyada kazanılacağını söyleyerek,"hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın
ölecekmiş gibi de âhiret için" çalışılmasını ister...
İslâm'da ruhban sınıfı
yoktur. Herkes dinini gücü nisbetinde kendi öğrenmek zorundadır. İbâdetleri ifa
için, kul ile Yaratıcı arasında aracılık yapacak, günahlarıiaffettirecek
imtiyazlı bir seçkin sınıfa yer yoktur.
İslâm, bütün mânasıyle ahlâk ve
fazîlet dîni olduğu gibi, en yüksek mertebede ilim ve hakikatın koruyucusudur.
İslâm'ın kolaylıklar dini olduğunu gösteren, Asr-ıi Saâdet'te cereyan etmiş
pek çok vâkıa vardır.
Onlardan bazılarını burada zikredeceğiz.
Enes bin
Mâlik Hazretleri anlatmaktadır:
"Nebî (sav) bir gün mescide girdi. İçeri
girer girmez de gözüne mescidin iki direği arasına çekilmiş bir ip ilişti.
-
Bu ip nedir? diye sordu. Sahâbîler:- Bu, Zeyneb'in ipidir. Zeyneb, nâfile namaz
kılarken ayakta durmaktan yorulunca, bu ipe tutunuyor, dediler.
Peygamber
(sav):
- Hayıir, (İbadette böyle güçlük ihtiyâr olunmaz.) Bu ipi çözünüz.
Sizden biriniz zinde ve neş'eli oldukça namazını ayakta kılsın. Yorulunca da
hemen otursun. (... Ve namazını oturduğu halde tamamlasın.) buyurdu.
Ebû
Mes'ûd el-Ensârî'den:
Resûlüllah'a (sav) biri gelip:
- Yâ Resûlâllah.
Filânca bize namaz kıldırırken o kadar uzatıyor ki, nerdeyse namazı terketmeyi
ister hale geliyorum," dedi.
Peygamber (sav) derhal cemaata hitaben bir
konuşma yaptılar. Onu hiçbir hitabesinde o günkü kadar öfkeli görmemiştim.
Buyurdular ki:
- Ey insanlar. Sizler nefret ettiriciler misiniz? Her kim
halka namaz kıldırırsa hafif tutsun. Çünkü cemaatın içinde hasta, zayıf, hâcet
sahibi olanlar bulunabilir...
Görüldüğü gibi Peygamberimiz hiçbir zaman,
insanları dinden uzaklaştıracak, soğutacak, nefret ettirecek davranışlara
kızdığı kadar başka hiçbir şeye öfkelenmemiştir.
Mü'minin vazifesi, İslâm'ı
insanlara daima güzel göstermek, onları dine ısındırıp sevdirmek,
kolaylaştırmak, güçleştirmemektir.
Utbe bin Âmir anlatmaktadır:
"Kız
kardeşim (Ümmü Hibban) Beytullah'ı yaya olarak ziyaret etmeyi adamış, fakat
sonradan buna güç yetiremiyeceğini hissedince, mes'elenin Resûlüllah
Efendimiz'den sorulmasını bana emretmişti.
Ben Hazret-i Resûlüllah'a
sorduğumda, cevaben:
- (İptida) yaya yürüsün, (sonra) bineğinin sırtına
binip gitsin.. buyurdu...
Hazret-i Enes'den (ra):
"Nebiy-yi Ekrem (sav),
iki oğlunun arasında, onlar tarafından taşınarak yürütülen bir ihtiyar kimse
gördü.
'Bunun zoru nedir? Niye bir bineğe binmiyor?' diye sordu.
Oğulları cevaben:
- Yâ Resûlâllah. Babamız yaya olarak Kâbe'ye gitmeyi
nezretmiştir.
Bunun için böyle yürütüyoruz, dediler.
Resûlüllah
Efendimiz:
- Şüphesiz ki Allah, bu ihtiyarın nefsini azâblandırmakla yaptığı
ibadetten müstağnidir, buyurdu ve ona,bineğine binerek Kâbe'yi ziyarete
gitmesini emretti."
Abdullah bin Mes'ûd'dan:
"Resûlüllah (sav), va'z
hususunda, bize bıkkınlık gelmesin diye halimize bakıp ona göre gün ve saat
kollardı."
Câbir bin Abdillah anlatmaktadır:
"Resûlüllah (sav)bir
seferde idi. Derken üzeri gölgelendirilmiş olduğu halde yanında insanlar
toplanmış bir adam gördü ve 'Onun nesi var' diye sordu. 'Oruçlu bir adam'
dediler.
Resûlüllah (sav) bunun üzerine:
- Seferde oruç tutmak hâlis bir
iyilik ve fazilet değildir. Allah'ın sizin lehinize yapmış olduğu ruhsatlardan
ayrılmayınız," buyurdu.
Asr-ı Saâdet'te, adamın biri dağda bulduğu suyu bol,
toprağı verimli ıssız bir mağarada kendi başına inzivaya çekilip,cemiyetin
kötülüklerinden, fitne ve dedikodularından kurtulmayı düşünür.
Ancak
kararını bir de Resûlüllah Efendimiz'e açmak, O'nun bu konudaki görüşünü almak
ister.
Huzura gelerek der ki:
- Yâ Resûlâllah, ben bir mağara buldum.
İçinde suyu, önünde toprağı var. Orada inzivaya çekilerek kendimi tamamen
dünyevî şeylerden tecrid etmeyi; uhrevî işlere, ibadet ve taata vermeyi
düşünüyorum. Bu hususta siz ne dersiniz?"
Adamın cemiyet hayatını terkedip,
ibadet için mağarada inzivaya çekilme fikrine Allah Resûlü şu ibretli cevabı
verir:
- Ben, Yahudilikle, Hıristiyanlıkla gönderilmedim. (Yani cemiyetten
kaçma fikri onlara aittir.) Ben dosdoğru olan İslâm'la gönderildim. Nefsim
kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, mağarada tek başına gündüz akşama
kadar nafile ibadetlerle meşgul olmaktansa, cemiyet içinde sabah, yahut akşam,
Allah için azıcık yol yürümek, (İslâm'a hizmet için zahmet çekmek) dünyadan ve
dünya içindeki herşeyden kat kat hayırlıdır.
Ve sözlerine şunu da ilâve eder:
- Cemaat içinde safta yer almanız da, inzivadaki 60 sene ibadet ve namazdan
hayırlıdır...
Cemiyeti terkederek inzivaya çekilmek isteyene, Allah
Resûlünün verdiği bu karşılık, din düşmanlarının İslâmiyetin insanları
cemiyetten el etek çektirdiği yolundaki menfî propagandalarına
güzel bir
cevab teşkil etmektedir.
Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) vasıtasıyla bütün insanlara gönderdiği en son ve
en mükemmel dindir. İslâm'ın gelmesiyle, diğer dinlerin hükmü sona ermiştir.
İslâm dînini kabul eden kimseye Müslüman denir.
İslâm'ın en son ve Allah
katında yegâne mûteber din olduğu, Kur'an-ı Kerim'de şu şekilde belirtilir:
"Bugün sizin dîninizi sizin için kemâle erdirdim. Sizin üzerinizdeki
nîmetimi (lütuflarımı) tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçtim (yalnız
İslâm'dan razı ve ondan hoşnûd oldum)".(el-Mâide, 3).
"Kim İslâm'dan başka
bir din ararsa, ondan [seçtiği dîni] kabûl edilmiyecektir ve o, âhirette hüsrâna
[büyük zarara] uğrayanlardan [olacak]tır. "Allah katında yegâne [hak] din
İslâmdır."
(Âl-i İmrân, 19).
İslâm'ın Dışındaki Dinlerin Geçerliliği Neden
Kalkmıştır?
Tarihin çeşitli devirlerinde insanlara ayrı ayrı Peygamberler ve
dinler yollayan Allah Teâlâ, son din olarak onlara İslâm'ı ve son Peygamber
olarak da Hz. Muhammed'i (asm) göndermiştir.
İslâm'ın gelmesiyle Yahudîlik
ve Hıristiyanlık gibi eski dinlerin hükmü sona ermiştir. Bu, tıpkı, yeni bir
kanun çıkınca, eski kanunun hükmünün yürürlükten kalkması gibidir. Allah'ın son
dîni ve İlâhî Kanunu İslâm gelince, eski dinlerin ve ilâhî kanunlarıin
geçerliliği son bulmuştur.
İslâm dışında kalan dinlerin yürürlükten
kalkmasını gerektiren başlıca sebepleri şunlardır:
1 - Her şeyden evvel,
eski dinler, yalnızca belli bir zamana ve belli bir muhîtin insanlarına hitab
ediyorlardı. İslâm ise, topyekûn bütün insanlığa seslenmektedir.Dâveti umumî ve
mesajı cihanşümuldür.
2 - Eski dinler, sadece kendi zamanlarının insanlarını
muhâtab almışlardı. O zamanın insanlarının seciyeleri kaba ve mizaçları vahşete
yakındı. İlimde, medeniyette, fikir ve anlayışta geri idiler. Ulaşım ve
haberleşme imkânları, ibtidai bir haldeydi. Her bölgenin kültürü, inancı, örf ve
âdetleri farklı farklıydı. Karşılıklı fikir ve kültür alışverişi de oldukça
zayıftı. Bu yüzden, her muhîte ayrı ayrı Peygamberler gelmesi, başka başka
dinler gönderilmesi zarureti vardı. Zaman geçip insanlık ilim, fikir, kültür ve
medeniyet yönünden büyük gelişmeler kaydedince, eski mahallî dinler artık
insanların ihtiyaçlarına cevap veremez hale geldiler. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak
da insanlara en son din olan İslâmiyeti gönderdi.
İslâm dîni, 1400 yıl
evvelki dünyanın insanından,bugünün ve yarının modern insanına kadar gelip geçen
bütün insanlığa hitab edebilme özelliğinde olan bir dindir. Bu bakımdan,
kıyamete kadar hükmü bâki ve geçerlidir.
3 - Eski dinlerin, zamanla,
içlerine hurâfeler,bâtıl inançlar karışmıştır. Allah'ın birliğine îman esası,
yani tevhid inancı kaybolmuştur. İslâm ise, hâlâ ilk günkü tazelik ve saflığı
ile,bozulmadan durmaktadır. Netice olarak diyebiliriz ki: İslâm'ın dışında kalan
dinler, geceleyin bir sokağı aydınlatan bir fener ve sokak lâmbası gibidir.
İslâm ise, bütün dünyayı aydınlatan güneş hükmündedir. Güneş doğduktan sonra,
artık sokak fenerine hiç ihtiyaç kalırmı?
İslâm Dininin Özellikleri
Nelerdir?
İslâm dinini, sâir dinlerden ayıran belli başlı özellikleri
şunlardır:
1 - İslâmiyet, her asra ve her insana hitab eder, getirdiği
esaslar insanlığın bütün ihtiyaçlarına cevab verir. İslâm'ın bu cihanşümûl
özelliğine Kur'an'da şu şekilde işaret olunur:
"Ey Muhammed!(sav) Biz seni
BÜTÜN İINSANLARA yalnızca müjdeci ve korkutucu olarak gönderdik." (Sebe', 2.
"Ey Muhammed!(sav) De ki: 'Ey insanlar, ben Allah'ın HEPİNİZ İÇİN GÖNDERDİĞİ
Peygamberiyim'." (el-A'raf, 158).
2 - İslâmiyet kolaylıklar dînidir.
İslâm'da insanlara yapamayacakları veya yaparken zorluk çekecekleri işler
yüklenmemiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de İslâm'ın kolaylık prensipleri şu şekilde ifade
edilir:
"Allah, insanı ancak gücünün yeteceği işle mükellef
tutar..."(el-Bakara, 285)
"Rabbimiz, bize gücümüzün yetmiyeceği şeyi
taşıtma..."(el-Bakara, 285).
"Allah, sizin için kolaylık göstermek diler,
zorluk çıkarmak istemez..."(el-Bakara, 185).
Kur'an'da İslâm'ın kolaylıklar
dîni olduğu bu şekilde açıklanırken Peygamberimiz de,(sav) bu hususta hadîs-i
şeriflerinde şu prensipleri vaz'etmişlerdir:
"Ben ancak âlemlere rahmet
olarak gönderildim. Azâb için, zorluk vermek için gönderilmedim...
"Allah
Teâlâ, beni sıkıntı ve zahmet verici ve bunu arzu edici olarak göndermedi. Fakat
Allah beni, muallim (öğretici, bildirici) ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi...
"Dininizin en hayırlısı, en kolay olanıdır. Muhakkak ki din bir
kolaylıktır...
"Ben size neyi yasak ettiysem, ondan çekinin; size neyi
emretti isem, ondan gücünüzün yettiği kadarını yapın.
Sizden evvelki
ümmetleri ancak mes'elelerinin ve Peygamberlerine karşı ihtilâflarının çokluğu
helâk etmiştir.
"Amelden gücünüzün yettiği kadarını yapın.
Siz ibâdetten
bezmedikçe, Allah da sevab vermekten bıkmaz.
"Kolaylaştırınız,
zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, ürkütmeyiniz.
Hz. Âişe Validemiz, Resûlüllah
Efendimizin bu hususla ilgili tatibkatını şu şekilde beyan etmişlerdir:
"Resûlüllah (asm) iki şey arasında dilediğini tercihte serbest bırakıldı mı,
günah olmadığı müddetçe muhakkak onlardan en kolayını alırdı.Eğer iş günahsa
ondan halkın en uzak bulunanı Resûlüllah olurdu.
Bütün bu hadîs-i şerifler,
İslâm dîninin ne derece uygulanması kolay hükümler ihtiva ettiğini
göstermektedir. Cihanşümûl ve kıyâmete kadar pâyidar oluşunda,bu kolaylık
anlayışsının büyük yeri vardır. İslamiyet insanların dış görünüşten ziyade
insanın iç görünüşüne bakmıştır. İslâmiyet, ruh ile madde, dünya ile âhiret
arasında tam bir denge kurmuştur.
Yahudîlik beden zevklerini ve maddî
faydaları ön plânda tutar. Mensuplarını hırsla dünyaya bağlanmağa sevkeder.
Hıristiyanlık ve Hind dinleri ise, sadece ruhu geliştirmeye, vücuda
eziyetler çektirerek nefsin arzûlarını zayıflatmaya, dünya hayatını boşlamaya
önem verirler.
Buna karşılık İslâmiyet, ruh ile beden, dünya ile âhiret
arasında tam bir denge kurmuş; ne bedene, ne de ruha ızdırap çektirmeyi esas
almıştır.İkisine de aynı ölçüde değer vermiş; herbirinin ihtiyaçlarını ayrı ayrı
karşılamayı kabul etmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'de,"Allahım, bize dünyada iyilik,
âhirette de iyilik ver" âyeti, İslâm'daki dünya ve âhiret dengesini en iyi
şekilde belirtmektedir.
İslâm, ne dünyaya fazla değer vererek âhiretin,ne de
âhirete ağırlık vererek dünyanın terkedilmesine izin verir...
Âhiretin
dünyada kazanılacağını söyleyerek,"hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın
ölecekmiş gibi de âhiret için" çalışılmasını ister...
İslâm'da ruhban sınıfı
yoktur. Herkes dinini gücü nisbetinde kendi öğrenmek zorundadır. İbâdetleri ifa
için, kul ile Yaratıcı arasında aracılık yapacak, günahlarıiaffettirecek
imtiyazlı bir seçkin sınıfa yer yoktur.
İslâm, bütün mânasıyle ahlâk ve
fazîlet dîni olduğu gibi, en yüksek mertebede ilim ve hakikatın koruyucusudur.
İslâm'ın kolaylıklar dini olduğunu gösteren, Asr-ıi Saâdet'te cereyan etmiş
pek çok vâkıa vardır.
Onlardan bazılarını burada zikredeceğiz.
Enes bin
Mâlik Hazretleri anlatmaktadır:
"Nebî (sav) bir gün mescide girdi. İçeri
girer girmez de gözüne mescidin iki direği arasına çekilmiş bir ip ilişti.
-
Bu ip nedir? diye sordu. Sahâbîler:- Bu, Zeyneb'in ipidir. Zeyneb, nâfile namaz
kılarken ayakta durmaktan yorulunca, bu ipe tutunuyor, dediler.
Peygamber
(sav):
- Hayıir, (İbadette böyle güçlük ihtiyâr olunmaz.) Bu ipi çözünüz.
Sizden biriniz zinde ve neş'eli oldukça namazını ayakta kılsın. Yorulunca da
hemen otursun. (... Ve namazını oturduğu halde tamamlasın.) buyurdu.
Ebû
Mes'ûd el-Ensârî'den:
Resûlüllah'a (sav) biri gelip:
- Yâ Resûlâllah.
Filânca bize namaz kıldırırken o kadar uzatıyor ki, nerdeyse namazı terketmeyi
ister hale geliyorum," dedi.
Peygamber (sav) derhal cemaata hitaben bir
konuşma yaptılar. Onu hiçbir hitabesinde o günkü kadar öfkeli görmemiştim.
Buyurdular ki:
- Ey insanlar. Sizler nefret ettiriciler misiniz? Her kim
halka namaz kıldırırsa hafif tutsun. Çünkü cemaatın içinde hasta, zayıf, hâcet
sahibi olanlar bulunabilir...
Görüldüğü gibi Peygamberimiz hiçbir zaman,
insanları dinden uzaklaştıracak, soğutacak, nefret ettirecek davranışlara
kızdığı kadar başka hiçbir şeye öfkelenmemiştir.
Mü'minin vazifesi, İslâm'ı
insanlara daima güzel göstermek, onları dine ısındırıp sevdirmek,
kolaylaştırmak, güçleştirmemektir.
Utbe bin Âmir anlatmaktadır:
"Kız
kardeşim (Ümmü Hibban) Beytullah'ı yaya olarak ziyaret etmeyi adamış, fakat
sonradan buna güç yetiremiyeceğini hissedince, mes'elenin Resûlüllah
Efendimiz'den sorulmasını bana emretmişti.
Ben Hazret-i Resûlüllah'a
sorduğumda, cevaben:
- (İptida) yaya yürüsün, (sonra) bineğinin sırtına
binip gitsin.. buyurdu...
Hazret-i Enes'den (ra):
"Nebiy-yi Ekrem (sav),
iki oğlunun arasında, onlar tarafından taşınarak yürütülen bir ihtiyar kimse
gördü.
'Bunun zoru nedir? Niye bir bineğe binmiyor?' diye sordu.
Oğulları cevaben:
- Yâ Resûlâllah. Babamız yaya olarak Kâbe'ye gitmeyi
nezretmiştir.
Bunun için böyle yürütüyoruz, dediler.
Resûlüllah
Efendimiz:
- Şüphesiz ki Allah, bu ihtiyarın nefsini azâblandırmakla yaptığı
ibadetten müstağnidir, buyurdu ve ona,bineğine binerek Kâbe'yi ziyarete
gitmesini emretti."
Abdullah bin Mes'ûd'dan:
"Resûlüllah (sav), va'z
hususunda, bize bıkkınlık gelmesin diye halimize bakıp ona göre gün ve saat
kollardı."
Câbir bin Abdillah anlatmaktadır:
"Resûlüllah (sav)bir
seferde idi. Derken üzeri gölgelendirilmiş olduğu halde yanında insanlar
toplanmış bir adam gördü ve 'Onun nesi var' diye sordu. 'Oruçlu bir adam'
dediler.
Resûlüllah (sav) bunun üzerine:
- Seferde oruç tutmak hâlis bir
iyilik ve fazilet değildir. Allah'ın sizin lehinize yapmış olduğu ruhsatlardan
ayrılmayınız," buyurdu.
Asr-ı Saâdet'te, adamın biri dağda bulduğu suyu bol,
toprağı verimli ıssız bir mağarada kendi başına inzivaya çekilip,cemiyetin
kötülüklerinden, fitne ve dedikodularından kurtulmayı düşünür.
Ancak
kararını bir de Resûlüllah Efendimiz'e açmak, O'nun bu konudaki görüşünü almak
ister.
Huzura gelerek der ki:
- Yâ Resûlâllah, ben bir mağara buldum.
İçinde suyu, önünde toprağı var. Orada inzivaya çekilerek kendimi tamamen
dünyevî şeylerden tecrid etmeyi; uhrevî işlere, ibadet ve taata vermeyi
düşünüyorum. Bu hususta siz ne dersiniz?"
Adamın cemiyet hayatını terkedip,
ibadet için mağarada inzivaya çekilme fikrine Allah Resûlü şu ibretli cevabı
verir:
- Ben, Yahudilikle, Hıristiyanlıkla gönderilmedim. (Yani cemiyetten
kaçma fikri onlara aittir.) Ben dosdoğru olan İslâm'la gönderildim. Nefsim
kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, mağarada tek başına gündüz akşama
kadar nafile ibadetlerle meşgul olmaktansa, cemiyet içinde sabah, yahut akşam,
Allah için azıcık yol yürümek, (İslâm'a hizmet için zahmet çekmek) dünyadan ve
dünya içindeki herşeyden kat kat hayırlıdır.
Ve sözlerine şunu da ilâve eder:
- Cemaat içinde safta yer almanız da, inzivadaki 60 sene ibadet ve namazdan
hayırlıdır...
Cemiyeti terkederek inzivaya çekilmek isteyene, Allah
Resûlünün verdiği bu karşılık, din düşmanlarının İslâmiyetin insanları
cemiyetten el etek çektirdiği yolundaki menfî propagandalarına
güzel bir
cevab teşkil etmektedir.