Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    ÂDEM ALEYHİSSELÂM (1)

    FIRTINA
    FIRTINA
    Moderatör


    Mesaj Sayısı : 3752
    Doğum tarihi : 09/08/69
    Kayıt tarihi : 08/12/09
    Tecrübe Puanı : 24
    Yaş : 55
    Ülke : Almanya

    ÂDEM ALEYHİSSELÂM (1) Empty ÂDEM ALEYHİSSELÂM (1)

    Mesaj tarafından FIRTINA C.tesi Ara. 19, 2009 1:29 am

    İlk insan ve ilk peygamber.

    ÂDEM ALEYHİSSELÂM


    İlk
    insan, ilk peygamber, insanlığın babası. Allah'u Teâlâ Hz. Âdem'i
    topraktan (turâbtan) yarattı. (Hûd, 11/61; Tâha, 20/55; Nuh, 71/18)
    Yüce Allah yeryüzünde bir halife yaratacağını meleklerine bildirdiği
    zaman; ilim, irade ve kudret sıfatlarıyla donatacağı bu varlığın
    yeryüzüne uyum sağlaması için maddesinin de yeryüzü elementlerinden
    olmasını dilemiştir:
    "Sizi (aslınız Âdem'i) topraktan yaratmış
    olması onun ayetlerindendir. Sonra siz (her tarafa) yayılır bir beşer
    oldunuz." (er-Rum, 30/20)

    Allah'u Teâlâ Hz. Âdem'i yaratırken maddesi olan toprağı çeşitli hâl ve safhalardan geçirmiştir:

    1- Türâb safhasından sonra "Tîn" safhası:

    Tîn:
    Toprağın su ile karışımıdır ki, buna çamur ve balçık denilir. Bu safha
    insan ferdinin ilk teşekkül ettirilmeğe başlandığı merhaledir:

    "O (Allah) her şeyi güzel yaratan ve insanı başlangıçta çamurdan yaratandır." (es-Secde, 32/7)

    Hayat kaidesinin candan sonra iki temel unsuru su ve topraktır.

    "Allah
    her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürüyor,
    kimi iki ayağı üstünde yürüyor, kimi de dört ayağı üzerinde yürüyor.
    Allah ne dilerse yaratır. Çünkü Allah her şeye hakkıyla kadirdir. "
    (en-Nûr, 24/45) "O (Allah) sudan bir beşer (insan) yaratıp da onu
    soy-sop yapandır. Rabbin her şeye kadirdir." (el-Furkan, 25/54)

    Yeryüzünün
    3/4'ü su ile kaplıdır. İnsan vücudunun da %75'i sudur. Demek ki
    dünyadaki bu düzen aynen insana da intikâl ettirilmiştir. Yine Cenâb-ı
    Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur: "Andolsun biz insanı (Âdem'i)
    çamurdan süzülmüş bir hülâsadan yarattık." (el-Mü'minun, 23/12) İşte
    ilk insan, yaratılışının mertebelerinde, önce böyle bir çamurdan
    sıyrılıp çıkarılmış, sonra hülâsadan (bir soydan) yaratılmıştır.
    (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur'an Dili, V, 3056-3059, 3431-3432)

    2-
    Tîn-i lâzib: Cıvık ve yapışkan çamur demektir. Toprağın su ile
    karıştırılıp çamur olmasından sonra, üzerinden geçen merhalelerden
    birisi de "Tîn-i lâzib" yani yapışkan ve cıvık çamur safhasıdır.
    Cenâb-ı Allah bu süzülmüş çamuru cıvık ve yapışkan bir hale getirdi.
    "Biz onları (asılları olan Âdem'i) bir cıvık ve yapışkan çamurdan
    yarattık. " (es-Sâffât, 37/I 1)

    3- Hame-i Mesnûn: Sonra cıvık
    ve yapışkan çamur hame-i mesnûn haline getirildi. Hame-i mesnûn,
    suretlenmiş, şekil verilmiş, değişmiş ve kokmuş bir haldeki balçık
    demektir. "Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, suretlenmiş ve
    değişmiş bir çamurdan yarattık." (el-Hicr, 15/26-28)

    Böylece
    Allahü Teâlâ Âdem (a.s.)'i topraktan yaratmaya başlıyor. Bunu da su ile
    karıştırarak Tîn-i lâzib yapıyor. Sonra bunu da değişikliğe uğratarak
    kokmuş ve şekillenmiş hame (balçık) haline getiriyor.

    4- Salsal: Kuru çamur demektir.

    Cenâb-ı
    Allah kokmuş ve suretlenmiş çamuru da kurutarak "fahhâr" (kiremit,
    saksı, çömlek) gibi tamtakır kuru bir hale getirdi. "O Allah insanı
    bardak gibi (pişmiş gibi) kuru çamurdan yaratmıştır. " (er-Rahmân,
    55/14, ilgili ayet için bk. Hâzin; Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., VIII,
    4669)

    Hz. Âdem'e Ruh Verilmesi

    Cenâb-ı Allah Hz.
    Âdem'i yaratırken, yukarıda anlatıldığı gibi maddesi olan çamuru,
    çeşitli mertebelerde değişikliğe uğratarak, canın verilmesi ve ruhun
    nefhedilmesine müsaid bir hale getirdi. Nihayet şekil ve suretinin
    tesviyesini ve düzenlemesini tamamlayınca ona can vermiş ve ruhundan
    üflemiştir: "Rabbin o zaman meleklere demişti ki: 'Ben muhakkak
    çamurdan bir insan yaratacağım. Artık onu düzenleyerek (hilkatını)
    tamamlayıp ona da rûhumdan üfürdüğüm zaman kendisi için derhal (bana)
    secdeye kapanın.' Bunun üzerine İblis' ten başka bütün melekler secde
    etmişlerdi. O (İblis) büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu. Allah:
    'Ey İblis iki elimle (bizzat kudretimle) yarattığıma secde etmekten
    seni alıkoyan nedir? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yücelerden mi
    oldun?' buyurdu. İblis dedi: 'Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten, onu
    ise çamurdan yarattın. " (Sâd, 38/71-76. Ayrıca bk. el-A'râf, 7/12;
    el-Hicr, 15/29; es-Secde, 32/8-9)

    Cenâb-ı Allah böylece Hz.
    Âdem'i en mükemmel bir şekilde yarattı. Boyunun uzunluğunun altmış
    "zirâ" olduğu bazı kaynaklarda kaydedilir. (Kurtubî, Tefsir, XX, 45)
    Yaratılışı tamamlandıktan sonra Allahü Teâlâ ona, haydi şu meleklere
    git, selâm ver ve onların selâmını nasıl karşıladıklarını dinle! Çünkü
    bu, hem senin, hem de zürriyyetinin selâmlaşma örneğidir. Bunun üzerine
    Hz. Âdem meleklere: "Es-selâmü aleyküm" dedi. Onlar da: "Es-selâmu
    aleyke ve rahmetullah" diye karşılık verdiler, Âdem, insanların büyük
    atası olduğu için, Cennet'e giren her kişi, Âdem'in bu güzel suretinde
    girecektir. Hz. Âdem'in torunları, onun güzelliğinden birer parçasını
    kaybetmeye devam etti. Nihayet bu eksiliş şimdi (Hz. Muhammed
    zamanında) sona erdi. (Buhârî, Sahih, IV, 102, Halk-ı Âdem, 2 Tecrid-i
    Sarîh Tercümesi, IX, 76, Hadis no: 1367)

    Hz. Âdem'e isimlerin Öğretilmesi

    Allah
    Hz. Âdem'i yarattıktan sonra, dünyaya yerleşip kendilerinden
    faydalanabilmeleri için ona eşyanın isimlerini ve özelliklerini
    öğretti. İsimlerin dalâlet ettiği varlıkları anlama kabiliyeti verdi.
    "Hani Rabbin bir vakit meleklere: 'Muhakkak ben, yeryüzünde (emirlerimi
    tebliğ etmeye ve uygulamaya koyacak) bir halife (bir insan)
    yaratacağım' demişti. (Melekler de): 'Biz seni hamdinle tesbih ve seni
    ayıplardan, sana ortak koşmaktan ve eksikliklerden tenzih edip dururken
    orada (yerde) bozgunculuk edecek, kanlar dökecek kimse(ler) mi
    yaratacaksın?' demişlerdi. Allah: 'Sizin bilmeyeceğinizi her halde ben
    bilirim.' demişti. Allah, Âdem'e bütün isimleri öğretmişti. Sonra
    onları (onların dalâlet ettikleri âlemleri ve eşyayı) meleklere
    gösterip 'doğrucular iseniz (her şeyin içyüzünü biliyorsanız) bunları
    isimleriyle beraber bana haber verin' demişti. (Melekler) de: "Seni
    tenzih ederiz, senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz
    yok. Çünkü her şeyi hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan
    şüphesiz ki sensin, sen demişlerdi." (el-Bakara, 2/30-32)

    Bu
    ayetlerde geçen "halife" vekâlet gibi asaletin karşıtı olarak başkasına
    vekillik etmek, yani az veya çok aslın yerini tutarak, onu temsil etmek
    demek olan hilâfet * masdarından türemiş bir sıfattır. İsim olarak
    kullanılır. Aslı "halif"tir. Sonundaki "tâ" harfi mübalâğa içindir.
    Birinin arkasından makamına ve yerine vekâlet eden demektir. Bu niyâbet
    (vekâlet) ya aslın geçici olarak makamından ayrılması dolayısıyla
    verilir veya aslın acizliğinden dolayı yardım etmesi için verilir.
    Yahut bunların hiçbiri olmadığı halde asıl, vekiline sırf bir şeref
    bahşederek onu yüceltmek için vekâlet verir. İşte Cenâb-ı Allah'ın
    arzda evliyasını istihlâfı bu kâbildendir. (Râgıb el-İsfahânî,
    el-Müfredât fi Garibi'l-Kur'an İstanbul 1986, s. 223; Hamdi Yazır,
    a.g.e., I, 300)

    Cenâb-ı Allah: "Yeryüzünde bir halife
    yaratacağım ve tayin edeceğim." demişti ki; kendi irade ve kudret
    sıfatımdan ona bazı salâhiyetler vereceğim, o bana izâfeten, bana
    niyâbeten yarattıklarım üzerinde birtakım tasarruflara sahip olacak,
    benim namıma ahkâmımı yeryüzünde yürürlüğe koyup uygulayacaktır. O, bu
    hususta asil olmayacak, kendi zatı ve şahsı namına asıl olarak
    hükümleri icra edemeyecek ancak benim bir nâibim, kalfam olacak,
    iradesiyle benim iradelerimi, emirlerimi, kanunlarımı tatbike memur
    bulunacak sonra onun arkasından gelenler ve ona halef olarak aynı
    vazifeyi icra edecek olanlar bulunacaktır. "Verdikleriyle sizi denemek
    için, yeryüzünün halifeleri kılan ve kiminki kiminizden derecelerle
    üstün yapan odur..." (el-En'âm, 165) ayetinin sırrı zâhir olacaktır. Bu
    mana, Ashâb-ı Kirâm ve Tâbiîn'den uzun uzadıya nakledilegelen
    tefsirlerin özetidir. (Elmalılı, a.g.e., I, 300)

    Allahü Teâlâ,
    Âdem'i yeryüzünde halifesi yapacağını meleklerine istişâre eder gibi
    tebliğ etmiş, Âdem'i yarattıktan sonra ona eşyanın isimlerini öğretmiş,
    eşyanın bilgisini edinme ve beyan etme kabiliyetini vermiştir.
    Meleklerin devamlı olarak tesbih ve takdis vazifesiyle meşgul olmaları
    ve nefislerinin olmaması sebebiyle yeryüzünde halifelik ve imtihan
    keyfiyetlerine Âdem ve evlâdlarının lâyık olacaklarını Âdem ile
    meleklerini bir imtihandan geçirerek göstermiştir.

    Yüce Allah
    Âdem'i yarattıktan sonra zevcesi Havva*'yı onun eğe veya başka bir
    görüşe göre kaburga kemiğinden yarattı. (Kitabü Mecmuatün
    mine't-Tefâsir içinde Hâzin, II, 3) İbn Mes'ûd ve İbn Abbâs, "Allah
    Havva'yı, Âdem'i Cennet'e yerleştirdikten sonra yaratmıştır."
    demişlerdir. (en-Nisâ, 4/1; Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, XI, 304)

    Hz. Âdem'in Cennet'e Yerleştirilmesi:

    Yüce
    Allah Âdem ve eşine şöyle diyerek, Cennet'e yerleştirdi: "Ve demiştik
    ki: "Ey Âdem, sen ve eşin Cennet'te yerleş, otur. Ondan (Cennet'in
    yiyeceklerinden) istediğiniz yerden ikiniz de bol bol yiyin. Fakat şu
    ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de kendinize zulmedenlerden olursunuz.
    " (el-Bakara, 2/35; eL-A'râf, 7/19) "Muhakkak bu (İblis) sana ve
    zevcene düşmandır. Sakın sizi Cennet'ten çıkarmasın; sonra zahmet
    çekersin. Çünkü senin acıkmaman ve çıplak kalmaman ancak burada
    mümkündür ve sen burada susamazsın ve güneşte yanmazsın. " (Tâha 20/1
    17-1 19)

    Hz. Âdem ve eşine yasaklanan bu ağacın ne olduğu
    kesin olarak bilinmiyor. Bu ağacın buğday veya üzüm veyahut da incir
    olduğu hakkında rivayetler vardır. Biz bu ağacın ne olduğunu bilemeyiz.
    Çünkü yüce Allah bu ağacın ismini bize bildirmemiştir. Cenâb-ı Hakk
    Cennet'te Âdem'e büyük bir hürriyet vermekle beraber yine de buna bir
    sınır koymuştur. Bu sınırı aştıkları takdirde, kendilerine zulüm
    edeceklerdir. Cennet'e bu yasak ağaç, yenilmek için değil, insanın
    hayatını disipline etmek ve bir sınırlama ve kulluk için konulmuştur.
    Bununla beraber biz "Dünyayı sevmek, her bir günahın başıdır" hadîsinde
    bu yasak ağacı tayin eden bir dalâlet buluyoruz. Demek Hz. Âdem o zaman
    dünya sınırlarına yaklaşmamak emri almış ve bundan bir müddet
    fıtratının gereği olarak yememiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., I,
    323-324).

    Daha önce İblis* Hz. Âdem'in üstünlüğünü çekemeyerek
    Allah'ın emrine karşı gelmiş, Âdem'e secde etmeyip, saygı göstermemiş
    ve Cennet'ten kovulmuştu. O zaman şeytan'ın Hz. Âdem ve evlâtlarına
    musallat olup azdırma imkânı kaldırılmamıştı. Hatta, İblis'e onları
    günah işlemeye teşvik etme gücü verilmişti. (Bk. el-A'râf, 7/12-18;
    el-Hicr, 15/32-42) Çünkü Âdem'in şeref ve üstünlüğü, nefsine ve şeytana
    uymamakla gerçekleşecekti. Kendilerine verilen akıl ve irade sebebiyle
    Âdem ve soyu, imtihandan geçecekler, sınanmaları için de peygamberler
    gönderilecekti.

    Vesvese vererek insanları azdırma kabiliyetine
    sahip olan şeytan, ne yaptıysa yaptı, bir yolunu bularak Cennet'e
    girebildi. "Derken şeytan, onlardan gizli bırakılmış o çirkin yerlerini
    (avret mahallerini) kendilerine açıklayıp göstermek için ikisine de
    vesvese* verdi ve 'Rabbiniz size bu ağacı başka bir şey için değil,
    ancak iki melek olacağınız yahut ölümden kurtulup ebedi olarak
    kalıcılardan bulunacağınız için yasak etti' dedi. Bir de onlara, 'Ben
    sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim' diye yemin etti. İşte bu şekilde
    ikisini de aldatarak o ağaçtan yemeye tevessül ettirdi. Ağacın
    meyvesini tattıkları anda ise, o çirkin yerleri kendilerine açılıverdi
    ve üzerlerine Cennet yaprağından üst üste yamayıp örtmeye başladılar.
    Rableri de "Ben size bu ağacı yasak etmedim mi? Şeytan size apaçık bir
    düşmandır, demedim mi? diye nida etti." (el-A'râf 7/20-22) "Bundan
    sonra Âdem, Rabbinden (vahiy yoluyla) kelimeler belleyip aldı ve şöyle
    diyerek Allah'a yalvardılar: Ey Rabbimiz kendimize yazık ettik. Eğer
    bizi bağışlamaz ve bizi esirgemezsen herhalde en büyük zarara
    uğrayanlardan olacağız, dediler." (el-A'râf, 7/23) "Sonra Rabbi onu
    seçti (peygamber yaptı) da tevbesini kabul buyurdu ve ona doğru yolu
    gösterdi. Allah şöyle dedi: 'Dünyada birbirinize düşman olmak üzere her
    ikiniz de oradan (Cennet'ten) ininiz. Artık benden size bir hidayet
    (kitap) geldiği zaman, kim benim hidayetime uyarsa, işte o sapıklığa
    düşmez ve bedbaht olmaz (ahirette zahmet çekmez). " (Tâha, 20/122-123)
    Böylece Hz. Âdem ve Havva ve nesillerinin yeryüzünde yerleşip kalmaları
    ve burada üreyip geçinmeleri, imtihan edilmeleri takdir edildi ve
    gerçekleştirildi. (el-Bakara, 2/3638; el-A'raf, 7/24)

    Buhârî,
    Müslim, Ebu Dâvûd, Neseî ve Tirmizî'nin rivayet ettikleri bir hadîsinde
    Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Âdem (a.s.) ile Musa (a.s.)'ın
    ruhları Rableri nezdinde münakaşa ettiler ve Âdem (a.s.), Musa (a.s.)'ı
    delil getirerek mağlûp etti. Musa (a.s.) dedi ki: "Sen Allah'ın eliyle
    (kudretiyle) yarattığı ve ruhundan üflediği ve melekleri senin için
    secde ettirdiği ve Cennet'ine yerleştirdiği Âdem'sin. Sonra da sen
    işlediğin suç sebebiyle insanları yeryüzüne indirdin. 'dedi. Bunun
    üzerine Âdem (a.s.) 'Sen Allah'ın peygamberliğine ve konuşmasına
    seçtiği ve içinde her şeyin açıklaması bulunan (Tevrat) levhalarını
    verdiği ve münacât edici olarak kendisine yaklaştırdığı Musa'sın. Benim
    yaratılmamdan kaç sene önce Tevrat'ı yazdığını gördün?' dedi Musa
    (a.s.), 'Kırk sene önce' diye cevap verdi. Âdem, 'şu halde içinde 've
    Âdem Rabbi'ne isyan etti de...' meâlindeki ayeti gördün mü?' dedi. Musa
    (a.s.) 'Evet, gördüm' dedi. Âdem (a.s.) 'Allah'ın beni yaratmasından
    kırk sene önce işleyeceğimi yazdığı işi işlemem üzerine beni nasıl
    azarlarsın' dedi. Resulullah (s.a.s.) neticede "Âdem hüccet* ile
    Musa'yı mağlûp etti" buyurdu. (et-Tâc, I, Hadis no: 40) Bundan sonra
    gelecek hidayet rehberlerine (peygamberlere), iman ederek uyup
    bağlanacaklar için, korkup üzülecekleri bir şeyin olmadığı ve bunların
    Cennet'e girecekleri bildirildi. İnkâr edip kötülük yapanların
    Cehennem'e girecekleri anlatıldı. (el-Bakara, 2/38-39, 82)

    Âlimler,
    Hz. Âdem ve eşinin iskân edildiği (yerleştirildiği) Cennet hakkında
    görüş ayrılıklarına düşmüşlerdir. Cennet, lügat açısından bağ, bahçe,
    bahçelik ve bağlık yer manasına gelir. Acaba Hz. Âdem'in iskân edildiği
    bu Cennet, yeryüzünün bağlılık, bahçelik ve ağaçlık köşelerinden bir
    köşe midir? Yoksa dünyadan ayrı ahirette müminlere va'd edilen Cennet
    midir? Kur'an-ı Kerim'de buna dair açık ve kesin bir bilgi
    verilmemiştir. İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre Hz. Âdem'in eşiyle
    yerleştirildiği ve içinde yasak ağacın bulunduğu Cennet, ahirette
    müminlere ve iyilik yapanlara va'd edilen, darü's-sevab (mükâfat yurdu)
    olan Cennet'tir. Çünkü:

      Forum Saati Salı Kas. 26, 2024 9:02 am