İlk insan ve ilk peygamber.
ÂDEM ALEYHİSSELÂM
İlk
insan, ilk peygamber, insanlığın babası. Allah'u Teâlâ Hz. Âdem'i
topraktan (turâbtan) yarattı. (Hûd, 11/61; Tâha, 20/55; Nuh, 71/18)
Yüce Allah yeryüzünde bir halife yaratacağını meleklerine bildirdiği
zaman; ilim, irade ve kudret sıfatlarıyla donatacağı bu varlığın
yeryüzüne uyum sağlaması için maddesinin de yeryüzü elementlerinden
olmasını dilemiştir:
"Sizi (aslınız Âdem'i) topraktan yaratmış
olması onun ayetlerindendir. Sonra siz (her tarafa) yayılır bir beşer
oldunuz." (er-Rum, 30/20)
Allah'u Teâlâ Hz. Âdem'i yaratırken maddesi olan toprağı çeşitli hâl ve safhalardan geçirmiştir:
1- Türâb safhasından sonra "Tîn" safhası:
Tîn:
Toprağın su ile karışımıdır ki, buna çamur ve balçık denilir. Bu safha
insan ferdinin ilk teşekkül ettirilmeğe başlandığı merhaledir:
"O (Allah) her şeyi güzel yaratan ve insanı başlangıçta çamurdan yaratandır." (es-Secde, 32/7)
Hayat kaidesinin candan sonra iki temel unsuru su ve topraktır.
"Allah
her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürüyor,
kimi iki ayağı üstünde yürüyor, kimi de dört ayağı üzerinde yürüyor.
Allah ne dilerse yaratır. Çünkü Allah her şeye hakkıyla kadirdir. "
(en-Nûr, 24/45) "O (Allah) sudan bir beşer (insan) yaratıp da onu
soy-sop yapandır. Rabbin her şeye kadirdir." (el-Furkan, 25/54)
Yeryüzünün
3/4'ü su ile kaplıdır. İnsan vücudunun da %75'i sudur. Demek ki
dünyadaki bu düzen aynen insana da intikâl ettirilmiştir. Yine Cenâb-ı
Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur: "Andolsun biz insanı (Âdem'i)
çamurdan süzülmüş bir hülâsadan yarattık." (el-Mü'minun, 23/12) İşte
ilk insan, yaratılışının mertebelerinde, önce böyle bir çamurdan
sıyrılıp çıkarılmış, sonra hülâsadan (bir soydan) yaratılmıştır.
(Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur'an Dili, V, 3056-3059, 3431-3432)
2-
Tîn-i lâzib: Cıvık ve yapışkan çamur demektir. Toprağın su ile
karıştırılıp çamur olmasından sonra, üzerinden geçen merhalelerden
birisi de "Tîn-i lâzib" yani yapışkan ve cıvık çamur safhasıdır.
Cenâb-ı Allah bu süzülmüş çamuru cıvık ve yapışkan bir hale getirdi.
"Biz onları (asılları olan Âdem'i) bir cıvık ve yapışkan çamurdan
yarattık. " (es-Sâffât, 37/I 1)
3- Hame-i Mesnûn: Sonra cıvık
ve yapışkan çamur hame-i mesnûn haline getirildi. Hame-i mesnûn,
suretlenmiş, şekil verilmiş, değişmiş ve kokmuş bir haldeki balçık
demektir. "Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, suretlenmiş ve
değişmiş bir çamurdan yarattık." (el-Hicr, 15/26-28)
Böylece
Allahü Teâlâ Âdem (a.s.)'i topraktan yaratmaya başlıyor. Bunu da su ile
karıştırarak Tîn-i lâzib yapıyor. Sonra bunu da değişikliğe uğratarak
kokmuş ve şekillenmiş hame (balçık) haline getiriyor.
4- Salsal: Kuru çamur demektir.
Cenâb-ı
Allah kokmuş ve suretlenmiş çamuru da kurutarak "fahhâr" (kiremit,
saksı, çömlek) gibi tamtakır kuru bir hale getirdi. "O Allah insanı
bardak gibi (pişmiş gibi) kuru çamurdan yaratmıştır. " (er-Rahmân,
55/14, ilgili ayet için bk. Hâzin; Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., VIII,
4669)
Hz. Âdem'e Ruh Verilmesi
Cenâb-ı Allah Hz.
Âdem'i yaratırken, yukarıda anlatıldığı gibi maddesi olan çamuru,
çeşitli mertebelerde değişikliğe uğratarak, canın verilmesi ve ruhun
nefhedilmesine müsaid bir hale getirdi. Nihayet şekil ve suretinin
tesviyesini ve düzenlemesini tamamlayınca ona can vermiş ve ruhundan
üflemiştir: "Rabbin o zaman meleklere demişti ki: 'Ben muhakkak
çamurdan bir insan yaratacağım. Artık onu düzenleyerek (hilkatını)
tamamlayıp ona da rûhumdan üfürdüğüm zaman kendisi için derhal (bana)
secdeye kapanın.' Bunun üzerine İblis' ten başka bütün melekler secde
etmişlerdi. O (İblis) büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu. Allah:
'Ey İblis iki elimle (bizzat kudretimle) yarattığıma secde etmekten
seni alıkoyan nedir? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yücelerden mi
oldun?' buyurdu. İblis dedi: 'Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten, onu
ise çamurdan yarattın. " (Sâd, 38/71-76. Ayrıca bk. el-A'râf, 7/12;
el-Hicr, 15/29; es-Secde, 32/8-9)
Cenâb-ı Allah böylece Hz.
Âdem'i en mükemmel bir şekilde yarattı. Boyunun uzunluğunun altmış
"zirâ" olduğu bazı kaynaklarda kaydedilir. (Kurtubî, Tefsir, XX, 45)
Yaratılışı tamamlandıktan sonra Allahü Teâlâ ona, haydi şu meleklere
git, selâm ver ve onların selâmını nasıl karşıladıklarını dinle! Çünkü
bu, hem senin, hem de zürriyyetinin selâmlaşma örneğidir. Bunun üzerine
Hz. Âdem meleklere: "Es-selâmü aleyküm" dedi. Onlar da: "Es-selâmu
aleyke ve rahmetullah" diye karşılık verdiler, Âdem, insanların büyük
atası olduğu için, Cennet'e giren her kişi, Âdem'in bu güzel suretinde
girecektir. Hz. Âdem'in torunları, onun güzelliğinden birer parçasını
kaybetmeye devam etti. Nihayet bu eksiliş şimdi (Hz. Muhammed
zamanında) sona erdi. (Buhârî, Sahih, IV, 102, Halk-ı Âdem, 2 Tecrid-i
Sarîh Tercümesi, IX, 76, Hadis no: 1367)
Hz. Âdem'e isimlerin Öğretilmesi
Allah
Hz. Âdem'i yarattıktan sonra, dünyaya yerleşip kendilerinden
faydalanabilmeleri için ona eşyanın isimlerini ve özelliklerini
öğretti. İsimlerin dalâlet ettiği varlıkları anlama kabiliyeti verdi.
"Hani Rabbin bir vakit meleklere: 'Muhakkak ben, yeryüzünde (emirlerimi
tebliğ etmeye ve uygulamaya koyacak) bir halife (bir insan)
yaratacağım' demişti. (Melekler de): 'Biz seni hamdinle tesbih ve seni
ayıplardan, sana ortak koşmaktan ve eksikliklerden tenzih edip dururken
orada (yerde) bozgunculuk edecek, kanlar dökecek kimse(ler) mi
yaratacaksın?' demişlerdi. Allah: 'Sizin bilmeyeceğinizi her halde ben
bilirim.' demişti. Allah, Âdem'e bütün isimleri öğretmişti. Sonra
onları (onların dalâlet ettikleri âlemleri ve eşyayı) meleklere
gösterip 'doğrucular iseniz (her şeyin içyüzünü biliyorsanız) bunları
isimleriyle beraber bana haber verin' demişti. (Melekler) de: "Seni
tenzih ederiz, senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz
yok. Çünkü her şeyi hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan
şüphesiz ki sensin, sen demişlerdi." (el-Bakara, 2/30-32)
Bu
ayetlerde geçen "halife" vekâlet gibi asaletin karşıtı olarak başkasına
vekillik etmek, yani az veya çok aslın yerini tutarak, onu temsil etmek
demek olan hilâfet * masdarından türemiş bir sıfattır. İsim olarak
kullanılır. Aslı "halif"tir. Sonundaki "tâ" harfi mübalâğa içindir.
Birinin arkasından makamına ve yerine vekâlet eden demektir. Bu niyâbet
(vekâlet) ya aslın geçici olarak makamından ayrılması dolayısıyla
verilir veya aslın acizliğinden dolayı yardım etmesi için verilir.
Yahut bunların hiçbiri olmadığı halde asıl, vekiline sırf bir şeref
bahşederek onu yüceltmek için vekâlet verir. İşte Cenâb-ı Allah'ın
arzda evliyasını istihlâfı bu kâbildendir. (Râgıb el-İsfahânî,
el-Müfredât fi Garibi'l-Kur'an İstanbul 1986, s. 223; Hamdi Yazır,
a.g.e., I, 300)
Cenâb-ı Allah: "Yeryüzünde bir halife
yaratacağım ve tayin edeceğim." demişti ki; kendi irade ve kudret
sıfatımdan ona bazı salâhiyetler vereceğim, o bana izâfeten, bana
niyâbeten yarattıklarım üzerinde birtakım tasarruflara sahip olacak,
benim namıma ahkâmımı yeryüzünde yürürlüğe koyup uygulayacaktır. O, bu
hususta asil olmayacak, kendi zatı ve şahsı namına asıl olarak
hükümleri icra edemeyecek ancak benim bir nâibim, kalfam olacak,
iradesiyle benim iradelerimi, emirlerimi, kanunlarımı tatbike memur
bulunacak sonra onun arkasından gelenler ve ona halef olarak aynı
vazifeyi icra edecek olanlar bulunacaktır. "Verdikleriyle sizi denemek
için, yeryüzünün halifeleri kılan ve kiminki kiminizden derecelerle
üstün yapan odur..." (el-En'âm, 165) ayetinin sırrı zâhir olacaktır. Bu
mana, Ashâb-ı Kirâm ve Tâbiîn'den uzun uzadıya nakledilegelen
tefsirlerin özetidir. (Elmalılı, a.g.e., I, 300)
Allahü Teâlâ,
Âdem'i yeryüzünde halifesi yapacağını meleklerine istişâre eder gibi
tebliğ etmiş, Âdem'i yarattıktan sonra ona eşyanın isimlerini öğretmiş,
eşyanın bilgisini edinme ve beyan etme kabiliyetini vermiştir.
Meleklerin devamlı olarak tesbih ve takdis vazifesiyle meşgul olmaları
ve nefislerinin olmaması sebebiyle yeryüzünde halifelik ve imtihan
keyfiyetlerine Âdem ve evlâdlarının lâyık olacaklarını Âdem ile
meleklerini bir imtihandan geçirerek göstermiştir.
Yüce Allah
Âdem'i yarattıktan sonra zevcesi Havva*'yı onun eğe veya başka bir
görüşe göre kaburga kemiğinden yarattı. (Kitabü Mecmuatün
mine't-Tefâsir içinde Hâzin, II, 3) İbn Mes'ûd ve İbn Abbâs, "Allah
Havva'yı, Âdem'i Cennet'e yerleştirdikten sonra yaratmıştır."
demişlerdir. (en-Nisâ, 4/1; Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, XI, 304)
Hz. Âdem'in Cennet'e Yerleştirilmesi:
Yüce
Allah Âdem ve eşine şöyle diyerek, Cennet'e yerleştirdi: "Ve demiştik
ki: "Ey Âdem, sen ve eşin Cennet'te yerleş, otur. Ondan (Cennet'in
yiyeceklerinden) istediğiniz yerden ikiniz de bol bol yiyin. Fakat şu
ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de kendinize zulmedenlerden olursunuz.
" (el-Bakara, 2/35; eL-A'râf, 7/19) "Muhakkak bu (İblis) sana ve
zevcene düşmandır. Sakın sizi Cennet'ten çıkarmasın; sonra zahmet
çekersin. Çünkü senin acıkmaman ve çıplak kalmaman ancak burada
mümkündür ve sen burada susamazsın ve güneşte yanmazsın. " (Tâha 20/1
17-1 19)
Hz. Âdem ve eşine yasaklanan bu ağacın ne olduğu
kesin olarak bilinmiyor. Bu ağacın buğday veya üzüm veyahut da incir
olduğu hakkında rivayetler vardır. Biz bu ağacın ne olduğunu bilemeyiz.
Çünkü yüce Allah bu ağacın ismini bize bildirmemiştir. Cenâb-ı Hakk
Cennet'te Âdem'e büyük bir hürriyet vermekle beraber yine de buna bir
sınır koymuştur. Bu sınırı aştıkları takdirde, kendilerine zulüm
edeceklerdir. Cennet'e bu yasak ağaç, yenilmek için değil, insanın
hayatını disipline etmek ve bir sınırlama ve kulluk için konulmuştur.
Bununla beraber biz "Dünyayı sevmek, her bir günahın başıdır" hadîsinde
bu yasak ağacı tayin eden bir dalâlet buluyoruz. Demek Hz. Âdem o zaman
dünya sınırlarına yaklaşmamak emri almış ve bundan bir müddet
fıtratının gereği olarak yememiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., I,
323-324).
Daha önce İblis* Hz. Âdem'in üstünlüğünü çekemeyerek
Allah'ın emrine karşı gelmiş, Âdem'e secde etmeyip, saygı göstermemiş
ve Cennet'ten kovulmuştu. O zaman şeytan'ın Hz. Âdem ve evlâtlarına
musallat olup azdırma imkânı kaldırılmamıştı. Hatta, İblis'e onları
günah işlemeye teşvik etme gücü verilmişti. (Bk. el-A'râf, 7/12-18;
el-Hicr, 15/32-42) Çünkü Âdem'in şeref ve üstünlüğü, nefsine ve şeytana
uymamakla gerçekleşecekti. Kendilerine verilen akıl ve irade sebebiyle
Âdem ve soyu, imtihandan geçecekler, sınanmaları için de peygamberler
gönderilecekti.
Vesvese vererek insanları azdırma kabiliyetine
sahip olan şeytan, ne yaptıysa yaptı, bir yolunu bularak Cennet'e
girebildi. "Derken şeytan, onlardan gizli bırakılmış o çirkin yerlerini
(avret mahallerini) kendilerine açıklayıp göstermek için ikisine de
vesvese* verdi ve 'Rabbiniz size bu ağacı başka bir şey için değil,
ancak iki melek olacağınız yahut ölümden kurtulup ebedi olarak
kalıcılardan bulunacağınız için yasak etti' dedi. Bir de onlara, 'Ben
sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim' diye yemin etti. İşte bu şekilde
ikisini de aldatarak o ağaçtan yemeye tevessül ettirdi. Ağacın
meyvesini tattıkları anda ise, o çirkin yerleri kendilerine açılıverdi
ve üzerlerine Cennet yaprağından üst üste yamayıp örtmeye başladılar.
Rableri de "Ben size bu ağacı yasak etmedim mi? Şeytan size apaçık bir
düşmandır, demedim mi? diye nida etti." (el-A'râf 7/20-22) "Bundan
sonra Âdem, Rabbinden (vahiy yoluyla) kelimeler belleyip aldı ve şöyle
diyerek Allah'a yalvardılar: Ey Rabbimiz kendimize yazık ettik. Eğer
bizi bağışlamaz ve bizi esirgemezsen herhalde en büyük zarara
uğrayanlardan olacağız, dediler." (el-A'râf, 7/23) "Sonra Rabbi onu
seçti (peygamber yaptı) da tevbesini kabul buyurdu ve ona doğru yolu
gösterdi. Allah şöyle dedi: 'Dünyada birbirinize düşman olmak üzere her
ikiniz de oradan (Cennet'ten) ininiz. Artık benden size bir hidayet
(kitap) geldiği zaman, kim benim hidayetime uyarsa, işte o sapıklığa
düşmez ve bedbaht olmaz (ahirette zahmet çekmez). " (Tâha, 20/122-123)
Böylece Hz. Âdem ve Havva ve nesillerinin yeryüzünde yerleşip kalmaları
ve burada üreyip geçinmeleri, imtihan edilmeleri takdir edildi ve
gerçekleştirildi. (el-Bakara, 2/3638; el-A'raf, 7/24)
Buhârî,
Müslim, Ebu Dâvûd, Neseî ve Tirmizî'nin rivayet ettikleri bir hadîsinde
Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Âdem (a.s.) ile Musa (a.s.)'ın
ruhları Rableri nezdinde münakaşa ettiler ve Âdem (a.s.), Musa (a.s.)'ı
delil getirerek mağlûp etti. Musa (a.s.) dedi ki: "Sen Allah'ın eliyle
(kudretiyle) yarattığı ve ruhundan üflediği ve melekleri senin için
secde ettirdiği ve Cennet'ine yerleştirdiği Âdem'sin. Sonra da sen
işlediğin suç sebebiyle insanları yeryüzüne indirdin. 'dedi. Bunun
üzerine Âdem (a.s.) 'Sen Allah'ın peygamberliğine ve konuşmasına
seçtiği ve içinde her şeyin açıklaması bulunan (Tevrat) levhalarını
verdiği ve münacât edici olarak kendisine yaklaştırdığı Musa'sın. Benim
yaratılmamdan kaç sene önce Tevrat'ı yazdığını gördün?' dedi Musa
(a.s.), 'Kırk sene önce' diye cevap verdi. Âdem, 'şu halde içinde 've
Âdem Rabbi'ne isyan etti de...' meâlindeki ayeti gördün mü?' dedi. Musa
(a.s.) 'Evet, gördüm' dedi. Âdem (a.s.) 'Allah'ın beni yaratmasından
kırk sene önce işleyeceğimi yazdığı işi işlemem üzerine beni nasıl
azarlarsın' dedi. Resulullah (s.a.s.) neticede "Âdem hüccet* ile
Musa'yı mağlûp etti" buyurdu. (et-Tâc, I, Hadis no: 40) Bundan sonra
gelecek hidayet rehberlerine (peygamberlere), iman ederek uyup
bağlanacaklar için, korkup üzülecekleri bir şeyin olmadığı ve bunların
Cennet'e girecekleri bildirildi. İnkâr edip kötülük yapanların
Cehennem'e girecekleri anlatıldı. (el-Bakara, 2/38-39, 82)
Âlimler,
Hz. Âdem ve eşinin iskân edildiği (yerleştirildiği) Cennet hakkında
görüş ayrılıklarına düşmüşlerdir. Cennet, lügat açısından bağ, bahçe,
bahçelik ve bağlık yer manasına gelir. Acaba Hz. Âdem'in iskân edildiği
bu Cennet, yeryüzünün bağlılık, bahçelik ve ağaçlık köşelerinden bir
köşe midir? Yoksa dünyadan ayrı ahirette müminlere va'd edilen Cennet
midir? Kur'an-ı Kerim'de buna dair açık ve kesin bir bilgi
verilmemiştir. İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre Hz. Âdem'in eşiyle
yerleştirildiği ve içinde yasak ağacın bulunduğu Cennet, ahirette
müminlere ve iyilik yapanlara va'd edilen, darü's-sevab (mükâfat yurdu)
olan Cennet'tir. Çünkü:
ÂDEM ALEYHİSSELÂM
İlk
insan, ilk peygamber, insanlığın babası. Allah'u Teâlâ Hz. Âdem'i
topraktan (turâbtan) yarattı. (Hûd, 11/61; Tâha, 20/55; Nuh, 71/18)
Yüce Allah yeryüzünde bir halife yaratacağını meleklerine bildirdiği
zaman; ilim, irade ve kudret sıfatlarıyla donatacağı bu varlığın
yeryüzüne uyum sağlaması için maddesinin de yeryüzü elementlerinden
olmasını dilemiştir:
"Sizi (aslınız Âdem'i) topraktan yaratmış
olması onun ayetlerindendir. Sonra siz (her tarafa) yayılır bir beşer
oldunuz." (er-Rum, 30/20)
Allah'u Teâlâ Hz. Âdem'i yaratırken maddesi olan toprağı çeşitli hâl ve safhalardan geçirmiştir:
1- Türâb safhasından sonra "Tîn" safhası:
Tîn:
Toprağın su ile karışımıdır ki, buna çamur ve balçık denilir. Bu safha
insan ferdinin ilk teşekkül ettirilmeğe başlandığı merhaledir:
"O (Allah) her şeyi güzel yaratan ve insanı başlangıçta çamurdan yaratandır." (es-Secde, 32/7)
Hayat kaidesinin candan sonra iki temel unsuru su ve topraktır.
"Allah
her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürüyor,
kimi iki ayağı üstünde yürüyor, kimi de dört ayağı üzerinde yürüyor.
Allah ne dilerse yaratır. Çünkü Allah her şeye hakkıyla kadirdir. "
(en-Nûr, 24/45) "O (Allah) sudan bir beşer (insan) yaratıp da onu
soy-sop yapandır. Rabbin her şeye kadirdir." (el-Furkan, 25/54)
Yeryüzünün
3/4'ü su ile kaplıdır. İnsan vücudunun da %75'i sudur. Demek ki
dünyadaki bu düzen aynen insana da intikâl ettirilmiştir. Yine Cenâb-ı
Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur: "Andolsun biz insanı (Âdem'i)
çamurdan süzülmüş bir hülâsadan yarattık." (el-Mü'minun, 23/12) İşte
ilk insan, yaratılışının mertebelerinde, önce böyle bir çamurdan
sıyrılıp çıkarılmış, sonra hülâsadan (bir soydan) yaratılmıştır.
(Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur'an Dili, V, 3056-3059, 3431-3432)
2-
Tîn-i lâzib: Cıvık ve yapışkan çamur demektir. Toprağın su ile
karıştırılıp çamur olmasından sonra, üzerinden geçen merhalelerden
birisi de "Tîn-i lâzib" yani yapışkan ve cıvık çamur safhasıdır.
Cenâb-ı Allah bu süzülmüş çamuru cıvık ve yapışkan bir hale getirdi.
"Biz onları (asılları olan Âdem'i) bir cıvık ve yapışkan çamurdan
yarattık. " (es-Sâffât, 37/I 1)
3- Hame-i Mesnûn: Sonra cıvık
ve yapışkan çamur hame-i mesnûn haline getirildi. Hame-i mesnûn,
suretlenmiş, şekil verilmiş, değişmiş ve kokmuş bir haldeki balçık
demektir. "Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, suretlenmiş ve
değişmiş bir çamurdan yarattık." (el-Hicr, 15/26-28)
Böylece
Allahü Teâlâ Âdem (a.s.)'i topraktan yaratmaya başlıyor. Bunu da su ile
karıştırarak Tîn-i lâzib yapıyor. Sonra bunu da değişikliğe uğratarak
kokmuş ve şekillenmiş hame (balçık) haline getiriyor.
4- Salsal: Kuru çamur demektir.
Cenâb-ı
Allah kokmuş ve suretlenmiş çamuru da kurutarak "fahhâr" (kiremit,
saksı, çömlek) gibi tamtakır kuru bir hale getirdi. "O Allah insanı
bardak gibi (pişmiş gibi) kuru çamurdan yaratmıştır. " (er-Rahmân,
55/14, ilgili ayet için bk. Hâzin; Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., VIII,
4669)
Hz. Âdem'e Ruh Verilmesi
Cenâb-ı Allah Hz.
Âdem'i yaratırken, yukarıda anlatıldığı gibi maddesi olan çamuru,
çeşitli mertebelerde değişikliğe uğratarak, canın verilmesi ve ruhun
nefhedilmesine müsaid bir hale getirdi. Nihayet şekil ve suretinin
tesviyesini ve düzenlemesini tamamlayınca ona can vermiş ve ruhundan
üflemiştir: "Rabbin o zaman meleklere demişti ki: 'Ben muhakkak
çamurdan bir insan yaratacağım. Artık onu düzenleyerek (hilkatını)
tamamlayıp ona da rûhumdan üfürdüğüm zaman kendisi için derhal (bana)
secdeye kapanın.' Bunun üzerine İblis' ten başka bütün melekler secde
etmişlerdi. O (İblis) büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu. Allah:
'Ey İblis iki elimle (bizzat kudretimle) yarattığıma secde etmekten
seni alıkoyan nedir? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yücelerden mi
oldun?' buyurdu. İblis dedi: 'Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten, onu
ise çamurdan yarattın. " (Sâd, 38/71-76. Ayrıca bk. el-A'râf, 7/12;
el-Hicr, 15/29; es-Secde, 32/8-9)
Cenâb-ı Allah böylece Hz.
Âdem'i en mükemmel bir şekilde yarattı. Boyunun uzunluğunun altmış
"zirâ" olduğu bazı kaynaklarda kaydedilir. (Kurtubî, Tefsir, XX, 45)
Yaratılışı tamamlandıktan sonra Allahü Teâlâ ona, haydi şu meleklere
git, selâm ver ve onların selâmını nasıl karşıladıklarını dinle! Çünkü
bu, hem senin, hem de zürriyyetinin selâmlaşma örneğidir. Bunun üzerine
Hz. Âdem meleklere: "Es-selâmü aleyküm" dedi. Onlar da: "Es-selâmu
aleyke ve rahmetullah" diye karşılık verdiler, Âdem, insanların büyük
atası olduğu için, Cennet'e giren her kişi, Âdem'in bu güzel suretinde
girecektir. Hz. Âdem'in torunları, onun güzelliğinden birer parçasını
kaybetmeye devam etti. Nihayet bu eksiliş şimdi (Hz. Muhammed
zamanında) sona erdi. (Buhârî, Sahih, IV, 102, Halk-ı Âdem, 2 Tecrid-i
Sarîh Tercümesi, IX, 76, Hadis no: 1367)
Hz. Âdem'e isimlerin Öğretilmesi
Allah
Hz. Âdem'i yarattıktan sonra, dünyaya yerleşip kendilerinden
faydalanabilmeleri için ona eşyanın isimlerini ve özelliklerini
öğretti. İsimlerin dalâlet ettiği varlıkları anlama kabiliyeti verdi.
"Hani Rabbin bir vakit meleklere: 'Muhakkak ben, yeryüzünde (emirlerimi
tebliğ etmeye ve uygulamaya koyacak) bir halife (bir insan)
yaratacağım' demişti. (Melekler de): 'Biz seni hamdinle tesbih ve seni
ayıplardan, sana ortak koşmaktan ve eksikliklerden tenzih edip dururken
orada (yerde) bozgunculuk edecek, kanlar dökecek kimse(ler) mi
yaratacaksın?' demişlerdi. Allah: 'Sizin bilmeyeceğinizi her halde ben
bilirim.' demişti. Allah, Âdem'e bütün isimleri öğretmişti. Sonra
onları (onların dalâlet ettikleri âlemleri ve eşyayı) meleklere
gösterip 'doğrucular iseniz (her şeyin içyüzünü biliyorsanız) bunları
isimleriyle beraber bana haber verin' demişti. (Melekler) de: "Seni
tenzih ederiz, senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz
yok. Çünkü her şeyi hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan
şüphesiz ki sensin, sen demişlerdi." (el-Bakara, 2/30-32)
Bu
ayetlerde geçen "halife" vekâlet gibi asaletin karşıtı olarak başkasına
vekillik etmek, yani az veya çok aslın yerini tutarak, onu temsil etmek
demek olan hilâfet * masdarından türemiş bir sıfattır. İsim olarak
kullanılır. Aslı "halif"tir. Sonundaki "tâ" harfi mübalâğa içindir.
Birinin arkasından makamına ve yerine vekâlet eden demektir. Bu niyâbet
(vekâlet) ya aslın geçici olarak makamından ayrılması dolayısıyla
verilir veya aslın acizliğinden dolayı yardım etmesi için verilir.
Yahut bunların hiçbiri olmadığı halde asıl, vekiline sırf bir şeref
bahşederek onu yüceltmek için vekâlet verir. İşte Cenâb-ı Allah'ın
arzda evliyasını istihlâfı bu kâbildendir. (Râgıb el-İsfahânî,
el-Müfredât fi Garibi'l-Kur'an İstanbul 1986, s. 223; Hamdi Yazır,
a.g.e., I, 300)
Cenâb-ı Allah: "Yeryüzünde bir halife
yaratacağım ve tayin edeceğim." demişti ki; kendi irade ve kudret
sıfatımdan ona bazı salâhiyetler vereceğim, o bana izâfeten, bana
niyâbeten yarattıklarım üzerinde birtakım tasarruflara sahip olacak,
benim namıma ahkâmımı yeryüzünde yürürlüğe koyup uygulayacaktır. O, bu
hususta asil olmayacak, kendi zatı ve şahsı namına asıl olarak
hükümleri icra edemeyecek ancak benim bir nâibim, kalfam olacak,
iradesiyle benim iradelerimi, emirlerimi, kanunlarımı tatbike memur
bulunacak sonra onun arkasından gelenler ve ona halef olarak aynı
vazifeyi icra edecek olanlar bulunacaktır. "Verdikleriyle sizi denemek
için, yeryüzünün halifeleri kılan ve kiminki kiminizden derecelerle
üstün yapan odur..." (el-En'âm, 165) ayetinin sırrı zâhir olacaktır. Bu
mana, Ashâb-ı Kirâm ve Tâbiîn'den uzun uzadıya nakledilegelen
tefsirlerin özetidir. (Elmalılı, a.g.e., I, 300)
Allahü Teâlâ,
Âdem'i yeryüzünde halifesi yapacağını meleklerine istişâre eder gibi
tebliğ etmiş, Âdem'i yarattıktan sonra ona eşyanın isimlerini öğretmiş,
eşyanın bilgisini edinme ve beyan etme kabiliyetini vermiştir.
Meleklerin devamlı olarak tesbih ve takdis vazifesiyle meşgul olmaları
ve nefislerinin olmaması sebebiyle yeryüzünde halifelik ve imtihan
keyfiyetlerine Âdem ve evlâdlarının lâyık olacaklarını Âdem ile
meleklerini bir imtihandan geçirerek göstermiştir.
Yüce Allah
Âdem'i yarattıktan sonra zevcesi Havva*'yı onun eğe veya başka bir
görüşe göre kaburga kemiğinden yarattı. (Kitabü Mecmuatün
mine't-Tefâsir içinde Hâzin, II, 3) İbn Mes'ûd ve İbn Abbâs, "Allah
Havva'yı, Âdem'i Cennet'e yerleştirdikten sonra yaratmıştır."
demişlerdir. (en-Nisâ, 4/1; Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, XI, 304)
Hz. Âdem'in Cennet'e Yerleştirilmesi:
Yüce
Allah Âdem ve eşine şöyle diyerek, Cennet'e yerleştirdi: "Ve demiştik
ki: "Ey Âdem, sen ve eşin Cennet'te yerleş, otur. Ondan (Cennet'in
yiyeceklerinden) istediğiniz yerden ikiniz de bol bol yiyin. Fakat şu
ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de kendinize zulmedenlerden olursunuz.
" (el-Bakara, 2/35; eL-A'râf, 7/19) "Muhakkak bu (İblis) sana ve
zevcene düşmandır. Sakın sizi Cennet'ten çıkarmasın; sonra zahmet
çekersin. Çünkü senin acıkmaman ve çıplak kalmaman ancak burada
mümkündür ve sen burada susamazsın ve güneşte yanmazsın. " (Tâha 20/1
17-1 19)
Hz. Âdem ve eşine yasaklanan bu ağacın ne olduğu
kesin olarak bilinmiyor. Bu ağacın buğday veya üzüm veyahut da incir
olduğu hakkında rivayetler vardır. Biz bu ağacın ne olduğunu bilemeyiz.
Çünkü yüce Allah bu ağacın ismini bize bildirmemiştir. Cenâb-ı Hakk
Cennet'te Âdem'e büyük bir hürriyet vermekle beraber yine de buna bir
sınır koymuştur. Bu sınırı aştıkları takdirde, kendilerine zulüm
edeceklerdir. Cennet'e bu yasak ağaç, yenilmek için değil, insanın
hayatını disipline etmek ve bir sınırlama ve kulluk için konulmuştur.
Bununla beraber biz "Dünyayı sevmek, her bir günahın başıdır" hadîsinde
bu yasak ağacı tayin eden bir dalâlet buluyoruz. Demek Hz. Âdem o zaman
dünya sınırlarına yaklaşmamak emri almış ve bundan bir müddet
fıtratının gereği olarak yememiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., I,
323-324).
Daha önce İblis* Hz. Âdem'in üstünlüğünü çekemeyerek
Allah'ın emrine karşı gelmiş, Âdem'e secde etmeyip, saygı göstermemiş
ve Cennet'ten kovulmuştu. O zaman şeytan'ın Hz. Âdem ve evlâtlarına
musallat olup azdırma imkânı kaldırılmamıştı. Hatta, İblis'e onları
günah işlemeye teşvik etme gücü verilmişti. (Bk. el-A'râf, 7/12-18;
el-Hicr, 15/32-42) Çünkü Âdem'in şeref ve üstünlüğü, nefsine ve şeytana
uymamakla gerçekleşecekti. Kendilerine verilen akıl ve irade sebebiyle
Âdem ve soyu, imtihandan geçecekler, sınanmaları için de peygamberler
gönderilecekti.
Vesvese vererek insanları azdırma kabiliyetine
sahip olan şeytan, ne yaptıysa yaptı, bir yolunu bularak Cennet'e
girebildi. "Derken şeytan, onlardan gizli bırakılmış o çirkin yerlerini
(avret mahallerini) kendilerine açıklayıp göstermek için ikisine de
vesvese* verdi ve 'Rabbiniz size bu ağacı başka bir şey için değil,
ancak iki melek olacağınız yahut ölümden kurtulup ebedi olarak
kalıcılardan bulunacağınız için yasak etti' dedi. Bir de onlara, 'Ben
sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim' diye yemin etti. İşte bu şekilde
ikisini de aldatarak o ağaçtan yemeye tevessül ettirdi. Ağacın
meyvesini tattıkları anda ise, o çirkin yerleri kendilerine açılıverdi
ve üzerlerine Cennet yaprağından üst üste yamayıp örtmeye başladılar.
Rableri de "Ben size bu ağacı yasak etmedim mi? Şeytan size apaçık bir
düşmandır, demedim mi? diye nida etti." (el-A'râf 7/20-22) "Bundan
sonra Âdem, Rabbinden (vahiy yoluyla) kelimeler belleyip aldı ve şöyle
diyerek Allah'a yalvardılar: Ey Rabbimiz kendimize yazık ettik. Eğer
bizi bağışlamaz ve bizi esirgemezsen herhalde en büyük zarara
uğrayanlardan olacağız, dediler." (el-A'râf, 7/23) "Sonra Rabbi onu
seçti (peygamber yaptı) da tevbesini kabul buyurdu ve ona doğru yolu
gösterdi. Allah şöyle dedi: 'Dünyada birbirinize düşman olmak üzere her
ikiniz de oradan (Cennet'ten) ininiz. Artık benden size bir hidayet
(kitap) geldiği zaman, kim benim hidayetime uyarsa, işte o sapıklığa
düşmez ve bedbaht olmaz (ahirette zahmet çekmez). " (Tâha, 20/122-123)
Böylece Hz. Âdem ve Havva ve nesillerinin yeryüzünde yerleşip kalmaları
ve burada üreyip geçinmeleri, imtihan edilmeleri takdir edildi ve
gerçekleştirildi. (el-Bakara, 2/3638; el-A'raf, 7/24)
Buhârî,
Müslim, Ebu Dâvûd, Neseî ve Tirmizî'nin rivayet ettikleri bir hadîsinde
Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Âdem (a.s.) ile Musa (a.s.)'ın
ruhları Rableri nezdinde münakaşa ettiler ve Âdem (a.s.), Musa (a.s.)'ı
delil getirerek mağlûp etti. Musa (a.s.) dedi ki: "Sen Allah'ın eliyle
(kudretiyle) yarattığı ve ruhundan üflediği ve melekleri senin için
secde ettirdiği ve Cennet'ine yerleştirdiği Âdem'sin. Sonra da sen
işlediğin suç sebebiyle insanları yeryüzüne indirdin. 'dedi. Bunun
üzerine Âdem (a.s.) 'Sen Allah'ın peygamberliğine ve konuşmasına
seçtiği ve içinde her şeyin açıklaması bulunan (Tevrat) levhalarını
verdiği ve münacât edici olarak kendisine yaklaştırdığı Musa'sın. Benim
yaratılmamdan kaç sene önce Tevrat'ı yazdığını gördün?' dedi Musa
(a.s.), 'Kırk sene önce' diye cevap verdi. Âdem, 'şu halde içinde 've
Âdem Rabbi'ne isyan etti de...' meâlindeki ayeti gördün mü?' dedi. Musa
(a.s.) 'Evet, gördüm' dedi. Âdem (a.s.) 'Allah'ın beni yaratmasından
kırk sene önce işleyeceğimi yazdığı işi işlemem üzerine beni nasıl
azarlarsın' dedi. Resulullah (s.a.s.) neticede "Âdem hüccet* ile
Musa'yı mağlûp etti" buyurdu. (et-Tâc, I, Hadis no: 40) Bundan sonra
gelecek hidayet rehberlerine (peygamberlere), iman ederek uyup
bağlanacaklar için, korkup üzülecekleri bir şeyin olmadığı ve bunların
Cennet'e girecekleri bildirildi. İnkâr edip kötülük yapanların
Cehennem'e girecekleri anlatıldı. (el-Bakara, 2/38-39, 82)
Âlimler,
Hz. Âdem ve eşinin iskân edildiği (yerleştirildiği) Cennet hakkında
görüş ayrılıklarına düşmüşlerdir. Cennet, lügat açısından bağ, bahçe,
bahçelik ve bağlık yer manasına gelir. Acaba Hz. Âdem'in iskân edildiği
bu Cennet, yeryüzünün bağlılık, bahçelik ve ağaçlık köşelerinden bir
köşe midir? Yoksa dünyadan ayrı ahirette müminlere va'd edilen Cennet
midir? Kur'an-ı Kerim'de buna dair açık ve kesin bir bilgi
verilmemiştir. İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre Hz. Âdem'in eşiyle
yerleştirildiği ve içinde yasak ağacın bulunduğu Cennet, ahirette
müminlere ve iyilik yapanlara va'd edilen, darü's-sevab (mükâfat yurdu)
olan Cennet'tir. Çünkü: