Evliyanın büyüklerinden İbrahim bin Edhem k.s. Hazretleri anlatıyor:
Babam Horasan ' Belh hükümdarlarındandı. Bir gün atına binip ava çıkmıştım. Önüme çıkan -tilki veya tavşan- bir hayvanı kovalıyordum. Arkadan bir ses duydum:
- Ey İbrahim, sen bunun için yaratılmadın, bununla emrolunmadın!
Sağa-sola bakındım, fakat kimseyi göremedim. Aynı sesi daha açıktan, sonra da pek yakından yine iki kere duydum. Bu sefer durdum ve dedim ki: Bu bana Allah'tan bir uyarıdır. Vallahi bugünden sonra Rabbime isyankârlık yapmam.
Atımı sürüp babamın bir çobanına geldim. Onun çoban elbisesini aldım, kendi kıymetli elbiselerimi ona bıraktım. Dağları, ovaları aşarak yürüdüm; Irak ülkesine ulaştım. Oralarda günlerce işçi olarak çalıştım. Fakat helal kaygısından hiçbir şey bana huzur vermiyordu.
Bazı olgun kişiler, safi helal kazanç için Şam ve Tarsus tarafına gitmemi tavsiye etmişlerdi. Oralara gittim. Tarsus'ta iken nice günler bostanlarda bekçilik yaptım. Bir gün bostan sahibinin arkadaşları gelmişti. Adam dedi ki:
- Ey bağ bekçisi! Git de narların en iyisinden biraz getir.
Bir miktar nar getirdim. Adam narı kesince, ekşi olduğunu gördü. O zaman dedi ki:
- Sen bunca zamandır bahçemizde bekçisin; meyve ve narlarımızdan da yiyorsun. Tatlıyı ekşiden ayıramıyor musun?
- Vallahi ben meyvelerinizden bir şey yemedim, tatlısını da ekşisinden ayıramam!
Adam şaşkın bir edayla bana şunu söyledi:
- Hayret bir şeysin yahu! Sen İbrahim Edhem olsan, bundan fazla olmazdın.
Ertesi gün bu haber halk arasında yayılıverdi. Meraklı insanlar, gruplar halinde bahçeye akın etti. Gelenlerin çoğaldığını görünce, ben bir yanda saklandım. İnsanlar bahçeye dolarken, aralarından sıyrılıp kaçıverdim...
Bir Boşanma Olayı
Medineli Sabit bin Kays, sahabenin ileri gelenlerindendi. Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’e hizmetten asla geri kalmaz, sözünden ise bir an olsun dışarı çıkmazdı. Efendimiz de onu çok severdi. Hatta bir küçük hatası yüzünden aşırı üzüntüye kapılan Sabit’i teselli ederek “Sabit cennetliklerdendir.” buyurmuştu.
İşte bu Sabit’in aile içi bir sıkıntısı vardı. Hanımı Cemile, Sabit’e bir türlü ısınamamış, onu sevememiş, içindeki ilgisizliği yenip de bir gün olsun sevgiyle muhatap olamamıştı.
Cemile bir kadın olarak iç dünyasındaki bu fırtınayı kime anlatabilirdi? Kendisini kim dinlerdi? İslam’da kadın dinlenir miydi? Önceki devirde kadının söz hakkı yoktu çünkü;
Cemile tereddütler içerisinde doğruca Efendimiz (sallallaha aleyhi ve sellem) Hazretleri’nin huzuruna girdi, olanca cesaretini toplayarak kimselere açamadığı iç dünyasını Efendimiz’e açtı.
– Ya Resulallah, dedi, beyimin İslamî yaşayışına diyeceğim yoktur. Ahlakından da şikayetçi değilim. Lakin ben onu bir türlü sevemedim. Bu halimle ona isyan etmekten, isteklerine ters bir karşılık verip kötü bir sonuca düşmekten korkuyorum. Söyleseniz de beni boşasa. O, kendisini sevmeyen bir hanımı zorla nikanı altında tutan adam durumuna girmese, ben de dinime zarar verecek bir itaatsizliğe doğru kaymasam!.
Efendimiz, iç dünyasını bu nitelikte anlatan Cemile’yi tepkiyle değil ilgiyle dinledi. Bir hanımı, sevemediği erkekle bir arada kalmaya mecbur etmeyi zaten münasip de bulmuyordu. Ancak, beyi ne diyecekti? Boşamak istemezse zorla boşayacaksın da denemezdi. Bir de onu dinlemek gerekirdi. Nitekim öyle de yaptı. Cemile’nin duygularını, düşüncelerini aynen Sabit’e aktararak onu da dinledi.
Anlaşılan Sabit, Cemile’yi seviyordu. Ama Cemile’nin kendisini aynı sıcaklıkta sevmediğini, tek taraflı sevginin mutluluk getirmeyeceğini de biliyordu. Nasıl bir çare bulunabilirdi?
Düşünmeye başladı. Gözlerini diktiği sabit noktadan başını kaldırıp dedi ki:
– Ya Resulallah, Cemile’ye nikahta en değerli bahçemi mehir olarak verdim. Bunca değerli serveti verdiğim kadını bir anda nasıl boşayabilirim? Üstelik benim öyle başka bir bahçem de yoktur!
Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Sabit’in yaklaşımını öğrenmiş oldu. Cemile’ye bu defa sorusunu şöyle sordu:
– Sabit seni boşayacak olsa, nikah sırasında aldığın değerli mehri iade eder misin? Böylece sen mehrini verip nikah bağından kurtulmuş olursun, Sabit de nikah hakkından vaz geçip bahçesini geri almış olur. İki taraf da bir şey verirken bir şeyleri almış sayılarak karşılıklı mağduriyetlerinizi gidermiş sayılırsınız. Teselli tarafınız bu olur.
Cemile buna hemen razı oldu. Kocasının nikah sırasında kendisine mehir olarak verdiği bahçeyi “Memnuniyetle iade ediyorum.” dedi.
Sabit de “Öyle ise ben de nikahını aynı memnuniyetle ona iade ediyor, bu andan itibaren boşamış bulunuyorum, özgürdür.” dedi.
Taraflar böylece bir şey verirken bir şey de aldıklarından helalleşerek ayrılmış oldular.
Bu olay üzerine Bakara Suresi’nin 229. ayeti nazil oldu. Ayet-i kerime anlaşmayı iptal etmiyor, hatta ortak aile hayatını sürdürme sevgisi yok olunca, hanımın aldığı mehri verip de nikahını ortadan kaldırmasını meşru görüyor; ancak erkeğin fırsatçılık edip de kadından veremeyeceği miktarda mal istememesini de tavsiye ediyordu.
Bu hadise üzerine fıkıhta hüküm şöyle tespit edildi:
– Kadın ayrılmak istediği beyine bir şeyler vererek kendini boşatabilir! Yeter ki beyi fırsatçılık edip de kadından veremeyeceği miktarda haksız mal isteğinde bulunmasın.
Kaynak: Yeni aile İlmihali, Ahmed Şahin, Cihan Yayınları
Bir defa daha söyle
Cebrâîl aleyhisselâm dedi:
- Yâ Rabbel âlemîn! Resûlullah (s.a.v) hazretlerinin dostluğu Ebû Bekrin gönlünde ne mikdâr ve ne kadar olduğunu bilmek isterim.
Bayram günü idi. Ebû Bekr-i Sıddîk (r.a) kıymetli ve gösterişli elbise giymiş ve otuz altınlık bir şal omuzuna almış idi. Cebrâîl aleyhisselâm a'mâ sûretinde gelip, yol üzerinde oturdu. Oraya Ebû Bekr-i Sıddîk geldi. Ona yaklaşdı. Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki,
- Allahü tebâreke ve teâlâ afv etsin o kimseyi ki, Muhammed Mustafâ dostluğuna bana birşey versin.
Ebû Bekr (r.a) o sözü işitdi. Mubârek omuzundan şalını çıkarıp, ona verdi.
Buyurdu ki,
- Bir def'a dahâ söyle. Bir def'a dahâ söyledi.
Ebû Bekr-i Sıddîk kaftanını çıkarıp, ona verdi. Dördüncüde, setr-i avretini örten elbiseden başka, bütün elbiselerini ona verdi. Beşincide na'lınını çıkarıp ona verdi. Sonunda artık elbisesi kalmadı. Bilâli (r.a) çağırdı ve Ona buyurdu:
- Yâ Bilâl. Âişenin evine var. Birşey getir.
Bilâl (r.a) giderken, Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretlerine rast gelip, buyurdular ki,
- Nereye gidersin, yâ Bilâl! Sen mi söylersin, ben mi söyliyeyim.
Bilâl (r.a) dedi ki,
- Yâ Resûlallah, siz buyurun.
Buyurdular ki:
- Yâ Bilâl! Bil ki, o a'mâ Cebrâîl-i emîndir. Allahü tebâreke ve teâlâ onu bu şeklde gönderdi ki, Ebû Bekr-i Sıddîkın bana muhabbeti ne kadardır anlasın.
Hazret-i Ebû Bekr (r.a) Bilâli bekler idi. Hazret-i Bilâl elbise getirdi. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk o elbiseyi giydi. Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm, Resûlullahın 'sallallahü aleyhi ve sellem' huzûr-ı şerîflerine gelip, dedi ki,
- Yâ Muhammed! Ebû Bekr-i Sıddîkı tecrübe ederdim. Elbiseler benim işime yaramaz. Resûlullah 'sallallahü aleyhi ve sellem' Cebrâîl aleyhisselâmın getirdiği elbiseleri Ebû Bekr-i Sıddîka getirdi. Ebû Bekr (r.a):
- Bir nesneyi ki senin dostluğun uğruna vermiş olayım, artık o bana gerekmez. Nereye uygun bulursanız, oraya tasarruf ediniz, dedi.
Kaynak: Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin
Biri İki Etmek
Allah dostlarından... Talebesi anlatıyor.
Bir sabah hazır olduğumuz yere teşrif edip, hatır sorarken, halimi arzedip:
- Efendim, benim şu kadar lira borcum var idi. Günü geldi sıkılıyorum. Üç gün izin verirseniz memlekete gidip öder gelirim, dedim.
- Biraz sabret, geceler gebedir, buyurdular.
Birkaç gün sonra, münasip lisanla tekrar hatırlatmak zarureti hasıl oldu. Zira memlekette, "borçtan kaçtı" sözleri de gelen haberler arasında idi.
Hz.Üstazın sözü yine evvelki gibi idi.
- Geceler gebedir.
Fakat bir gün sonra bana:
- Memlekette nerden vereceksin bu parayı? diye sual ettiler.
İşin en canlı noktası da burası.
- Efendim, babamdan kalma bir bağım var, üç bin lira eder. Onu satıp veririm, dediğimde Hz.Üstazın rengi birden değişti. mübarek gözleri buğulandı. Ve ... çu sözler döküldü:
- Biz kardeşlerimizin evini bağını satmak değil, birini iki etmekle mükellefiz.
İkinci gün ..... bir tüccar ağabeyimizden ödünç para alıp parayı bana verdiler. Sonra ödedim.
Babam Horasan ' Belh hükümdarlarındandı. Bir gün atına binip ava çıkmıştım. Önüme çıkan -tilki veya tavşan- bir hayvanı kovalıyordum. Arkadan bir ses duydum:
- Ey İbrahim, sen bunun için yaratılmadın, bununla emrolunmadın!
Sağa-sola bakındım, fakat kimseyi göremedim. Aynı sesi daha açıktan, sonra da pek yakından yine iki kere duydum. Bu sefer durdum ve dedim ki: Bu bana Allah'tan bir uyarıdır. Vallahi bugünden sonra Rabbime isyankârlık yapmam.
Atımı sürüp babamın bir çobanına geldim. Onun çoban elbisesini aldım, kendi kıymetli elbiselerimi ona bıraktım. Dağları, ovaları aşarak yürüdüm; Irak ülkesine ulaştım. Oralarda günlerce işçi olarak çalıştım. Fakat helal kaygısından hiçbir şey bana huzur vermiyordu.
Bazı olgun kişiler, safi helal kazanç için Şam ve Tarsus tarafına gitmemi tavsiye etmişlerdi. Oralara gittim. Tarsus'ta iken nice günler bostanlarda bekçilik yaptım. Bir gün bostan sahibinin arkadaşları gelmişti. Adam dedi ki:
- Ey bağ bekçisi! Git de narların en iyisinden biraz getir.
Bir miktar nar getirdim. Adam narı kesince, ekşi olduğunu gördü. O zaman dedi ki:
- Sen bunca zamandır bahçemizde bekçisin; meyve ve narlarımızdan da yiyorsun. Tatlıyı ekşiden ayıramıyor musun?
- Vallahi ben meyvelerinizden bir şey yemedim, tatlısını da ekşisinden ayıramam!
Adam şaşkın bir edayla bana şunu söyledi:
- Hayret bir şeysin yahu! Sen İbrahim Edhem olsan, bundan fazla olmazdın.
Ertesi gün bu haber halk arasında yayılıverdi. Meraklı insanlar, gruplar halinde bahçeye akın etti. Gelenlerin çoğaldığını görünce, ben bir yanda saklandım. İnsanlar bahçeye dolarken, aralarından sıyrılıp kaçıverdim...
Bir Boşanma Olayı
Medineli Sabit bin Kays, sahabenin ileri gelenlerindendi. Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’e hizmetten asla geri kalmaz, sözünden ise bir an olsun dışarı çıkmazdı. Efendimiz de onu çok severdi. Hatta bir küçük hatası yüzünden aşırı üzüntüye kapılan Sabit’i teselli ederek “Sabit cennetliklerdendir.” buyurmuştu.
İşte bu Sabit’in aile içi bir sıkıntısı vardı. Hanımı Cemile, Sabit’e bir türlü ısınamamış, onu sevememiş, içindeki ilgisizliği yenip de bir gün olsun sevgiyle muhatap olamamıştı.
Cemile bir kadın olarak iç dünyasındaki bu fırtınayı kime anlatabilirdi? Kendisini kim dinlerdi? İslam’da kadın dinlenir miydi? Önceki devirde kadının söz hakkı yoktu çünkü;
Cemile tereddütler içerisinde doğruca Efendimiz (sallallaha aleyhi ve sellem) Hazretleri’nin huzuruna girdi, olanca cesaretini toplayarak kimselere açamadığı iç dünyasını Efendimiz’e açtı.
– Ya Resulallah, dedi, beyimin İslamî yaşayışına diyeceğim yoktur. Ahlakından da şikayetçi değilim. Lakin ben onu bir türlü sevemedim. Bu halimle ona isyan etmekten, isteklerine ters bir karşılık verip kötü bir sonuca düşmekten korkuyorum. Söyleseniz de beni boşasa. O, kendisini sevmeyen bir hanımı zorla nikanı altında tutan adam durumuna girmese, ben de dinime zarar verecek bir itaatsizliğe doğru kaymasam!.
Efendimiz, iç dünyasını bu nitelikte anlatan Cemile’yi tepkiyle değil ilgiyle dinledi. Bir hanımı, sevemediği erkekle bir arada kalmaya mecbur etmeyi zaten münasip de bulmuyordu. Ancak, beyi ne diyecekti? Boşamak istemezse zorla boşayacaksın da denemezdi. Bir de onu dinlemek gerekirdi. Nitekim öyle de yaptı. Cemile’nin duygularını, düşüncelerini aynen Sabit’e aktararak onu da dinledi.
Anlaşılan Sabit, Cemile’yi seviyordu. Ama Cemile’nin kendisini aynı sıcaklıkta sevmediğini, tek taraflı sevginin mutluluk getirmeyeceğini de biliyordu. Nasıl bir çare bulunabilirdi?
Düşünmeye başladı. Gözlerini diktiği sabit noktadan başını kaldırıp dedi ki:
– Ya Resulallah, Cemile’ye nikahta en değerli bahçemi mehir olarak verdim. Bunca değerli serveti verdiğim kadını bir anda nasıl boşayabilirim? Üstelik benim öyle başka bir bahçem de yoktur!
Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Sabit’in yaklaşımını öğrenmiş oldu. Cemile’ye bu defa sorusunu şöyle sordu:
– Sabit seni boşayacak olsa, nikah sırasında aldığın değerli mehri iade eder misin? Böylece sen mehrini verip nikah bağından kurtulmuş olursun, Sabit de nikah hakkından vaz geçip bahçesini geri almış olur. İki taraf da bir şey verirken bir şeyleri almış sayılarak karşılıklı mağduriyetlerinizi gidermiş sayılırsınız. Teselli tarafınız bu olur.
Cemile buna hemen razı oldu. Kocasının nikah sırasında kendisine mehir olarak verdiği bahçeyi “Memnuniyetle iade ediyorum.” dedi.
Sabit de “Öyle ise ben de nikahını aynı memnuniyetle ona iade ediyor, bu andan itibaren boşamış bulunuyorum, özgürdür.” dedi.
Taraflar böylece bir şey verirken bir şey de aldıklarından helalleşerek ayrılmış oldular.
Bu olay üzerine Bakara Suresi’nin 229. ayeti nazil oldu. Ayet-i kerime anlaşmayı iptal etmiyor, hatta ortak aile hayatını sürdürme sevgisi yok olunca, hanımın aldığı mehri verip de nikahını ortadan kaldırmasını meşru görüyor; ancak erkeğin fırsatçılık edip de kadından veremeyeceği miktarda mal istememesini de tavsiye ediyordu.
Bu hadise üzerine fıkıhta hüküm şöyle tespit edildi:
– Kadın ayrılmak istediği beyine bir şeyler vererek kendini boşatabilir! Yeter ki beyi fırsatçılık edip de kadından veremeyeceği miktarda haksız mal isteğinde bulunmasın.
Kaynak: Yeni aile İlmihali, Ahmed Şahin, Cihan Yayınları
Bir defa daha söyle
Cebrâîl aleyhisselâm dedi:
- Yâ Rabbel âlemîn! Resûlullah (s.a.v) hazretlerinin dostluğu Ebû Bekrin gönlünde ne mikdâr ve ne kadar olduğunu bilmek isterim.
Bayram günü idi. Ebû Bekr-i Sıddîk (r.a) kıymetli ve gösterişli elbise giymiş ve otuz altınlık bir şal omuzuna almış idi. Cebrâîl aleyhisselâm a'mâ sûretinde gelip, yol üzerinde oturdu. Oraya Ebû Bekr-i Sıddîk geldi. Ona yaklaşdı. Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki,
- Allahü tebâreke ve teâlâ afv etsin o kimseyi ki, Muhammed Mustafâ dostluğuna bana birşey versin.
Ebû Bekr (r.a) o sözü işitdi. Mubârek omuzundan şalını çıkarıp, ona verdi.
Buyurdu ki,
- Bir def'a dahâ söyle. Bir def'a dahâ söyledi.
Ebû Bekr-i Sıddîk kaftanını çıkarıp, ona verdi. Dördüncüde, setr-i avretini örten elbiseden başka, bütün elbiselerini ona verdi. Beşincide na'lınını çıkarıp ona verdi. Sonunda artık elbisesi kalmadı. Bilâli (r.a) çağırdı ve Ona buyurdu:
- Yâ Bilâl. Âişenin evine var. Birşey getir.
Bilâl (r.a) giderken, Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretlerine rast gelip, buyurdular ki,
- Nereye gidersin, yâ Bilâl! Sen mi söylersin, ben mi söyliyeyim.
Bilâl (r.a) dedi ki,
- Yâ Resûlallah, siz buyurun.
Buyurdular ki:
- Yâ Bilâl! Bil ki, o a'mâ Cebrâîl-i emîndir. Allahü tebâreke ve teâlâ onu bu şeklde gönderdi ki, Ebû Bekr-i Sıddîkın bana muhabbeti ne kadardır anlasın.
Hazret-i Ebû Bekr (r.a) Bilâli bekler idi. Hazret-i Bilâl elbise getirdi. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk o elbiseyi giydi. Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm, Resûlullahın 'sallallahü aleyhi ve sellem' huzûr-ı şerîflerine gelip, dedi ki,
- Yâ Muhammed! Ebû Bekr-i Sıddîkı tecrübe ederdim. Elbiseler benim işime yaramaz. Resûlullah 'sallallahü aleyhi ve sellem' Cebrâîl aleyhisselâmın getirdiği elbiseleri Ebû Bekr-i Sıddîka getirdi. Ebû Bekr (r.a):
- Bir nesneyi ki senin dostluğun uğruna vermiş olayım, artık o bana gerekmez. Nereye uygun bulursanız, oraya tasarruf ediniz, dedi.
Kaynak: Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin
Biri İki Etmek
Allah dostlarından... Talebesi anlatıyor.
Bir sabah hazır olduğumuz yere teşrif edip, hatır sorarken, halimi arzedip:
- Efendim, benim şu kadar lira borcum var idi. Günü geldi sıkılıyorum. Üç gün izin verirseniz memlekete gidip öder gelirim, dedim.
- Biraz sabret, geceler gebedir, buyurdular.
Birkaç gün sonra, münasip lisanla tekrar hatırlatmak zarureti hasıl oldu. Zira memlekette, "borçtan kaçtı" sözleri de gelen haberler arasında idi.
Hz.Üstazın sözü yine evvelki gibi idi.
- Geceler gebedir.
Fakat bir gün sonra bana:
- Memlekette nerden vereceksin bu parayı? diye sual ettiler.
İşin en canlı noktası da burası.
- Efendim, babamdan kalma bir bağım var, üç bin lira eder. Onu satıp veririm, dediğimde Hz.Üstazın rengi birden değişti. mübarek gözleri buğulandı. Ve ... çu sözler döküldü:
- Biz kardeşlerimizin evini bağını satmak değil, birini iki etmekle mükellefiz.
İkinci gün ..... bir tüccar ağabeyimizden ödünç para alıp parayı bana verdiler. Sonra ödedim.