Yûsuf
aleyhisselâm hükümdarın rüyâsını yorumlayıp; ''Yedi sene bolluk, sonra
yedi sene kıtlık olacak. bollukta saklayın, kıtlıkta bunları
yersiniz.'' buyurdu. Hükümdar, tâbiri duyunca Yûsuf aleyhisselâmı
istedi. Yûsuf aleyhisselâm Mısır hükümdârının elçisine; ''Efendine dön
de ellerini kesen o kadınların zoru (hâli) neydi? kendisine sor. Benim
Rabbim onların hilelerinin ne olduğunu (ne söylediklerini, ne
yaptıklarını) elbette bilir.'' dedi. Elçi, hükümdarın yanına dönüp
Yûsuf aleyhisselâmın isteğini arz etti. Meseleyi araştıran hükümdar, o
kadınları yanına getirtip; ''Yûsuf''un nefsinden murâd almak
istediğiniz vakit ne halde idiniz? Onu Züleyhâ'nın emrine itâat etmeye
teşvik ederken size karşı bir meylini hissettiniz mi? kendisinde bir
kötülük, şüphe götürür bir hareket gördiniz mü?'' dedi. Kadınlar
''Hâşâ! Biz onun hiçbir kötü hâline, hiçbir günahına muttali olmadık.''
dediler. O mecliste bulunan Azizin hanımı Züleyhâ da ; ''Şimdi hak
(doğru) ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murâd almak istemiştim. O ise
şüphesiz doğru söyleyenlerdendir.'' dedi. Böylece Yûsuf aleyhisselâmın
suçsuzluğu ve senelerdir zindanda suçsuz olarak kalmış olduğu ortaya
çıktı. Mısır hükümdârı Yûsuf aleyhisselâma tekrar elçi gönderip; Onu
bana getirin, kendisini has müsteşâr edinip işlerimi ona bırakayım.''
dedi. Hükümdârın dâvetini kabul eden Yûsuf aleyhisselâm zindandan
çıktı. Zindanın kapısına da; ''Burası belâ, musibet ve hüzün evi,
dirilerin kabri, düşmanların sevinç, dostların recrübe yeridir.'' diye
yazdı. Yûsuf aleyhisselâm hükümdârın sarayına varınca, hükümdâr ona çok
iltifatta bulundu. Hükümdâr görmüş olduğu rüyâ ile ilgili ne gibi
tedbirler alınması gerektiğini sordu. Yûsuf aleyhisselâm; ''Bolluk
senelerinde çok ekip, ekinleri sapları ile berâber, başaklarıyla
ambarlara koymalısın. Bu şekilde ekinler bozulmadan kalır, hem de
saplar hayvanlarınız için yem olur. Halka da, ekinlerinden ihtiyaçları
kadarını yemelerini, geriye kalanını saklayıp korumalarını
emretmelisin. Bu yiyecekler kıtlık senelerinde sizin ve çevredeki
insanların ihtiyaçlarını karşılayacaktır.'' dedi. Yûsuf aleyhisselâmın
tavsiyeleri çok hoşuna giden hükümdâr; ''Bu işleri yapmakta bana kim
yardım eder?'' dedi. Yûsuf aleyhisselâm ona; ''Arzın (Mısır'ın)
hazinelerinin idâre işini bana bırak. Ben onu korumaya muktedirim.
Tasarruf yollarını bilirim, bu işi ben yaparım.'' buyurdu. Yûsuf
aleyhisselâmın teklifinden bir sene sonra Mısır Azizi (Mâliye Nâzırı)
öldü. Hükümdar hazret-i Yûsuf'u onun yerine Mâliye Nâzırı yaptı.
Mücevherlerle süslü taht ve tâclarla birlikte hazinelerin anahtarlarını
ona teslim etti. Hükümdar bütün yetkilerini de ona verdi. Memleketin
her tarafında Yûsuf aleyhisselâmın emri geçer oldu. Yûsuf aleyhisselâm,
Azizin ölümünden sonra sarayı terk edip perişân hâle gelen ve Allahü
teâlâya imân etmiş olan Züleyhâ'yı Allahü teâlânın emriyle kendine
nikâhlayıp onunla evlendi. Yûsuf aleyhisselâm Züleyhâ'ya: ''Bu senin
istemiş olduğundan hayırlı değil mi?'' dedi. Züleyhâ da ona: ''Ey
Sıddik! Beni kınama. Bildiğin gibi ben, mal, mülk, güzellik gibi dünyâ
nimetlerine sâhip bir kadındım. Ancak kocam kadınlara yaklaşmaktan
mahrumdu. Sen de benim gördüğüm en güzel kimseydin.'' diye cevap verdi.
Yûsuf aleyhisselâmın Züleyhâ'dan iki oğlu ile Rahmet adında bir kızı
oldu. Yûsuf aleyhisselâm yetkileri eline alınca kıtlık senelerinin
geleceğini düşünerek gerekli tedbirleri aldı. Gerekli gıdâ stoklarını
yaptırdı. Bu stoklar için büyük depolar yaptırıp topladığı yiyecekleri
buralarda depoladı. İnsanlara da çok iyilik ve ihsânlarda bulundu. Yedi
sene olan bolluk seneleri geçip, peşinde bütün şiddetiyle kıtlık
başgösterdi. Kıtlığın ilk senesinde insanlar hazırladıkları yiyecekleri
bitirdiler. Yûsuf aleyhisselâmdan para ile yiyecek satın almaya
başladılar.
Yûsuf aleyhisselâm kim olursa olsun,
kimseyi kayırmadan yiyecek almaya gelene bir deve yükünden fazla
yiyecek vermezdi. Bu hususta adâletten asla ayrılmazdı. Mısır hükümdarı
ve pek çok kimse onun adâleti ve güzel huyları sebebiyle Allahü teâlâya
inanmışlardı. Mısır'dan ve çevre ülkelerden olan insanlar akın akın
gelip Yûsuf aleyhisselâmdan yiyecek alıyorlardı. Babası Yâkub
aleyhisselâmın ve kardeşlerinin yaşadığı Ken'an diyârında da kıtlık baş
gösterdiğinden Yâkup aleyhisselâm, Yûsuf aleyhisselâmın anne-baba bir
kardeşi olan Bünyamin hâricindeki on oğlunu Mısır'a erzak almak üzere
gönderdi. Yâkub aleyhisselâmın oğulları Mısır'a varınca hazret-i Yûsuf
onları tanıdı. Onlar ise, hazret-i Yûsuf'u tanıyamadılar. Fakat,
hazret-i Yûsuf onların kim olduklarını,nereden geldiklerini sordu.
Onlar dediler ki: ''Biz Ken'an vilâyetindeniz. İhtiyar bir babanın on
evlâdıyız. Babamiziı ismi Yâkub'dur. Beldemizde kıtlık var. Babamız
bizi buraya erzak almaya gönderdi.'' dediler. Yûsuf aleyhisselâm;
''Şimdi babanız nerede ve kiminle berâberdir?'' deyince, onlar da;
''Ken'an ilinde bizim en küçük kardeşimizle berâber kaldı. Babamızın
küçük kardeşimizle aynı anadan olan çok sevdiği bir oğlu daha vardı.
Kırda telef oldu. Onun derdinden Bünyamin adındaki küçük oğlunu
yanından hiç ayırmaz. Oğlu Yûsuf'a üzüntüsünden dolayı gözleri görmez
oldu.'' dediler. Yûsuf aleyhisselâm her bir kardeşi için birer deve
yükü erzak hazırlattı. Onlardan almış olduğu paralarını da gizlice
tekrar yüklerinin içine bıraktırdı. Gelecek sefere diğer kardeşlerini
de getirmelerini istedi. Getirmedikleri takdirde erzak vermeyeceğini
bildirdi. Yâkup aleyhisselâmın oğulları Mısır'a varınca babalarına,
Mısır Mâliye Nâzırı tarafından büyük ihsân ve iltifat gördüklerini
anlattılar. Mısır Mâliye Nâzırının bir daha Mısır'a gittiklerinde
kardeşleri Bünyamin'i de getirmelerini istediğini, aksi hâlde erzak
vermeyeceğini söylediğini bildirdiler. Yâkup aleyhisselâm Bünyamin'i
göndermek istemedi. Yüklerini açtıkları zaman da paralarının ihsân
olarak yüklerinin içine konulduğunu gördüler. Bunun üzerine babalarına;
''Ey babamız! daha ne istiyoruz, işte sermâyemiz de bize iâde edilmiş.
Biz onunla tekrar âilemize zahire getiririz. Kardeşimizi de koruruz.
Kardeşimizi götürmekle bir deve yükü zahire de fazla alırız. Bu seferki
aldığımız zahire az bir ölçektir, bizi idâre etmez.''
dediler.Bünyamin'i getireceklerine dâir söz aldıktan sonra onlarla
birlikte tekrar Mısır'a gönderdi. Onlara da; ''Daha önce Yûsuf'a olanı
biliyorsunuz. Fakat Allahü teâlâ en iyi koruyucudur. Merhametlilerin en
merhametlisidir.'' dedi. Yâkub aleyhisselâmın oğulları ikinci defâ
Mısır'a gittiler. Bünyamin'i Yûsuf aleyhisselâmın yanına getirdiler.
Yûsuf aleyhisselâm kardeşlerine ikram ve ihsânlarda bulundu. Diğer
kardeşlerinden ayrı olduğu sırada kardeşi Bünyamin'e kendisini tanıttı.
Bir tedbirle onu göndermeyeceğini bildirdi. Her bir kardeşi için bir
deve yükü erzak hazırlattı. Kardeşi Bünyamin'in yükünün içine Mısır
hükümdârının altından yapılmış su tasını koydurdu. Yâkub aleyhisselâmın
oğullarının yükleri hazırlanıp yola çıkacakları sırada saraydan bir
vazifeli gelerek; ''Ey kâfile ehli! Durun! Muhakkak siz
hırsızlarsınız.'' dedi. Yûsuf aleyhisselâmın kardeşleri geri dönerek;
''Ne kayboldu. Aradığınız nedir? diye sordular. Vazifeli; ''Hükümdârın
tası kayboldu. Onu getirene bir deve yükü zahire var. Ben de buna
kefilim.'' dedi. Yûsuf aleyhisselâmın kardeşleri; ''Vallahi muhakkak
siz de bilirsiniz ki, biz buraya fesâd çıkarmak için gelmedik. Biz
hırsız da değiliz.'' dediler. Yâkup aleyhisselâmın oğulları; ''Su
kabının çalanın cezâsı kimin yükünde bulunursa, çalan kimse, mal
sâhibinin kölesi olur. Biz hırsızlık yapanları böyle cezâlandırırız.''
dediler. Saray vazifelileri Yâkup aleyhisselâmın oğullarının yüklerini
aradılar. Su tası en son aradıkları Bünyamin'in yükünde çıktı. Bunun
üzerine Yâkub aleyhisselâmın bildirdiği dinin hükümlerine göre Bünyamin
Mısır'da alıkonuldu. Yâkub aleyhisselâmın oğulları:
''Ey Aziz!
Hakikat, onun (Bünyamin'in) ihtiyar ve çok muhterem bir babası var.
Kaybolan kardeşimizin acısını onunla unutur. Onu bizden çok sever. Onun
yerine birimizi alıp onu serbest bırak. Biz muhakkak seni ihsân
edenlerden görüyoruz. Bu ihsânını tamamla.'' dediler. Yûsuf
aleyhisselâm: ''Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını
alıkoymaktan Allahü teâlâya sığınırız. Çünkü bu takdirde (dininize
uygun olarak verdiğiniz fetvâya göre) biz de elbette zâlimlerden
oluruz.'' dedi. Yâkub aleyhisselâmın büyük oğlu ve Şem'un da, babam
bana izin verinceye kadar gelmem, deyip Mısır'dan ayrılıp unutarak ve
sıkılarak babalarına geldiler; '' Ey babamız! Muhakkakki oğlun Bünyâmin
hırsızlık yaptı. Biz ancak gördüğümüze şâhitlik ederiz. Su kabını
Bünyamin'in yükünden çıktığını gördük. Biz gaybı, yâni onun gerçekten
çaldı mı, yoksa onun haberi olmadan eşyâsı arasına mı kondu? bilmeyiz.
Eğer bize inanmazsan içinde bulunduğumuz (kendisinde döndüğümüz) şehre
(Mısır halkına) da aralarında geldiğimiz kervana da sor. Biz hakikatten
doğru söyleyicileriz.'' dediler. Yâkub aleyhisselâm bu habere çok
üzülüp, anlatınlara inanmadı. Fakat; '' artık bana düşen sabr-ı
cemildir. Umulurki Allahü teâlâ oğullarımı bana getire. Şüphesiz Allahü
teâlâ Alimdir, Hakimdir. '' dedi. Allahü teâlânın kendisine bu
sıkıntıdan yakında kurtaracağına inanan Yâkub aleyhisselâm son derece
üzüntülü ve kederli olmasına rağmen, hâlini Allahü teâlâdan başkasına
arz etmedi. Başına gelen musibetlere rağmen, dâimâ sabırlı oldu. Bir
gün oğullarına kavuşacağını ümit eden Yâkub aleyhisselâm; ''Ey
oğullarım! Mısır'a gidin, Yûsuf ile kardeşlerinden haber sorun. Allahü
teâlânın fadl ve ihsânından ümit kesmeyin. Çünkü hakikat, kâfirler
gürûhundan başkası Allahü teâlânın fadl ve rahmetinden ümit kesmez. ''
dedi. Yâhub aleyhisselâmın oğulları babalarının tavsiyesi üzerine
üçüncü defâ Mısır'a geldiler. Yûsuf aleyhisselâmın huzûruna varıp; ''Ey
Aziz! bize ve âilemize darlık, kıtlık, fakirlik ve açlık isâbet etti.
Çok az ve ehemmiyetsiz bir sermâye ile geldik. Bize daha önce tam
bedelle verdiğin gibi tam ölçek ver. Sermâyemizden eksik olan bu
miktara karşılık olan zahireyi vermekle veya kardeşimizi iâde etmek
sûretiyle hakkımızda ayrıca tasaddukta bulun. Zirâ Allahü teâlâ sadaka
verenleri mükâfatlandırır. Yûsuf aleyhisselâm onlara: ''Siz sonunun
nereye varacağını bilmeden Yûsuf'a ve kardeşine yaptığınız işin
kötülüğünü anlayıp ondan tövbe ettiniz mi?'' dedi. Bu sözler üzerine
onlar bu kimsenin, kardeşleri Yûsuf olabileceğini düşündüler. Ona Yûsuf
olup olmadığını sordular. Onların yalvarışlarını, çâresiz kaldıklarını
görünce, kalbi inceldi. Merhametinden dolatı, kendisinin kardeşleri
Yûsuf olduğunu açıkladı. Kardeşleri; ''Yoksa sen gerçekten Yûsuf
musun?'' dediler. Yûsuf aleyhisselâm; ''Evet, ben Yûsuf'um ve bu
kardeşim Bünyamin'dir. Allahü teâlâ birbirimize kavuşturmakla bize
ihsânda bulundu.'' dedi. Kardeşleri Yûsuf aleyhisselâmın üstünlüğü ve
ona yaptıklarından dolayı günâhkar olduklarını kabul ettiler. Yûsuf
aleyhisselâm onlara; ''Bugön size bir kınama ve ayıplama yoktur.''
dedi.
Kardeşlerine çok izzet ve ikrâmda bulundu. Babası Yâkub
aleyhisselâmın hâlini, kendisinin yokluğundan sonra ne durumda olduğunu
sordu. Onlar da; ''Senin için çok üzüldü, ağladı. Bu sebeple gözleri
görmez oldu.'' dediler. Bunun üzerine Yûsuf aleyhisselâm gömleğini
çıkarıp onlara verdi ve; ''Şu gömleğimi babama götürün ve yüzüne
sürsün. O artık rahatlık görmeye başlar. Sonra bütün âilenizi bana
getirin.'' dedi. Yûsuf aleyhisselâm kardeşlerinin yol hazırlıklarını
yaptırdı. Babası Yâkub aleyhisselâma verilmek üzere bütün hânedânı ve
akrâbası ile birlikte Mısır'a gelmelerini isteyen bir mektup da verdi.
Yâkub aleyhisselâm, oğulları Mısır'dan yola çıktıktan sonra oğlu
hazret-i Yûsuf'un kokusunu aldığını söyledi. Fakat yanındakiler, Yûsuf
aleyhisselâma duyduğu aşırı muhabbetten dolayı böyle bir koku duyduğunu
zannedebileceğini söylediler. Nihâyet Yâkub aleyhisselâmın oğulları
Ken'an diyârına yaklaşınca, onlardan birisi müjdeci olarak gelip Yûsuf
aleyhisselâmın gömleğini babasına verdi. Yâkub aleyhisselâm gömleği
alıp yüzüne, gözüne sürdü. Gözleri açılıverdi. Yâkub aleyhisselâm,
bütün oğulları ve akrâbasıyla birlikte Ken'an diyârında Mısır'a gitmek
üzere yola çıktı. Yûsuf aleyhisselâm Mısır hükümdârı ve halkıyla
birlikte Yâkub aleyhisselâmı ve berâberindekileri karşıladı. Babasını
sarayına götürdü. Babasını ve üvey annesini tahtının üzerine çıkarıp
oturttu. Hepsi (babsı, üvey annesi ve kardeşleri ona kavuştukları için)
secde (şükür secdesi) ettiler. Yûsuf aleyhisselâm babasına; ''Ey babam!
İşte bu evvelce gördüğüm rüyânın tevili (yorumu) dur. Hakikaten Rabbim
o rüyâyı tahakkuk ettirdi. Beni zindandan çıkarıp mülk ihsân etti.
Şeytan benimle kardeşlerimin arasını (hased ile) açtıktan sonra, Allahü
teâlâ sizi çölden (Ken'an diyârından) getirdi. Muhakkak ki, Rabbim
dilediği şeyleri hakkıyla bilen herşeyi hikmetinin icâb ettirği vakit
ve şekilde yapan odur.'' dedi. Kardeşlerini affettiğini bildirdi. Yâkub
aleyhisselâm Yûsuf aleyhisselâmla birlikte on seneden fazla yaşadıktan
sonra vefât etti. Vasiyeti üzerine Kudüs yakınlarındaki Halilürrâhman
denilen yere defnedildi. Yûsuf aleyhisselâm kendi mahallesine defnetmek
istiyordu. İş kavgaya kadar vardı. Sonunda mermer bir sandukaya koyup
Nil Nehri kıyısına (veya Nil Nehrinin ortasına) defnetmekte anlaştılar.
Bir rivâyete göre ondan dört yüz sene sonra, gelen Mûsâ aleyhisselâm
kabrini bulup, mübârek cesedini oradan alarak Yâkub aleyhisselâmın da
medfûn bulunduğu Halilürrahmân'da defnedildi. Yûsuf aleyhisselâmın
güzelliği fevkalâdeydi. Âdem aleyhisselâma çok benzerdi. Mısır
sokaklarında gezerken yüzünün pırıltısı güneş ışıklarının yansıması
gibi duvarlara aksederdi. Bir kimse onun yüzüne bakmak isterse hemen
gözlerini çevirmek zorunda kalırdı. Bütün bunlara rağmen Yûsuf
aleyhisselâma güzelliklerinden sâdece bir parça verilmişti. Muhammed
aleyhisselâma ise tamâmı verilmişti. Eshâb-ı kirâm peygamber
efendimize, siz mi güzeldiniz, Yûsuf aleyhisselâm mı güzeldi? diye
sorunca peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; ''Kardeşim
Yûsuf benden sabih (güzel), ben ondan melihim (sevimliyim). O'nun
görünen güzelliği benim görünen güzelliğimden çoktur.'' buyurdu.
Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) görünmeyen güzelliği
gösterilseydi, kimse bakmaya tâkat getiremezdi. Eshâb-ı kirâmın
gençleri, hazret-i Âişe vâlidemizden peygamberimizin (sallallahü aleyhi
ve sellem) güzelliğini sorduklarında hazret-i Âişe şu şiiri
söylemiştir.
Ve lev semia ehlü Mısre evsâfe haddihi,
Lemâ bezelû fi sevmi Yûsüfe min nakdin.
Levima Zelihâ lev reeyne cebinehû,
Le âserne bilkat'il kulûbi alel eydi.
Mısırdakiler,
onun yanaklarının güzelliğini işitmiş olsalardı, Yûsuf aleyhisselâmın
pazarlığında hiç para vermezlerdi. Yâni, bütün mallarını, onun
yanaklarını görebilmek için saklarlardı. Zelihâ'yı kötüleyen kadınlar,
onun parlak alnını görselerdi, ellerinin yerine kalplerini keserlerdi
(de acısını duymazlardı) . Yûsuf aleyhisselâm güzel ahlâk sâhibi olup,
Mısır Azizinin hakkını gözeterek Züleyhâ'nın tekliflerini reddetti ve
iyilik gördüğü kimseye ihânet etmedi. Hiçbir menfâat ve zarar onun
doğruyu söylemesine mâni olamadı. Allahü teâlâ onu Kur'ân-ı kerimde
''Sıddik= Çok doğru sözlü'' olarak mehd etti. Kendisine hıyânet ve
zulmedenleri affediciydi. İnsanların rüyâlarını doğru olarak tâbir
ederdi. İnsanlara hizmet eder ve onların ihtiyaçlarını tedârik ederdi.
Yûsuf aleyhisselâm iffet sâhibi, olup iffetini korumakta gayretliydi.
Mısır kadınları ile arasında geçen hâdise meşhurdur.
aleyhisselâm hükümdarın rüyâsını yorumlayıp; ''Yedi sene bolluk, sonra
yedi sene kıtlık olacak. bollukta saklayın, kıtlıkta bunları
yersiniz.'' buyurdu. Hükümdar, tâbiri duyunca Yûsuf aleyhisselâmı
istedi. Yûsuf aleyhisselâm Mısır hükümdârının elçisine; ''Efendine dön
de ellerini kesen o kadınların zoru (hâli) neydi? kendisine sor. Benim
Rabbim onların hilelerinin ne olduğunu (ne söylediklerini, ne
yaptıklarını) elbette bilir.'' dedi. Elçi, hükümdarın yanına dönüp
Yûsuf aleyhisselâmın isteğini arz etti. Meseleyi araştıran hükümdar, o
kadınları yanına getirtip; ''Yûsuf''un nefsinden murâd almak
istediğiniz vakit ne halde idiniz? Onu Züleyhâ'nın emrine itâat etmeye
teşvik ederken size karşı bir meylini hissettiniz mi? kendisinde bir
kötülük, şüphe götürür bir hareket gördiniz mü?'' dedi. Kadınlar
''Hâşâ! Biz onun hiçbir kötü hâline, hiçbir günahına muttali olmadık.''
dediler. O mecliste bulunan Azizin hanımı Züleyhâ da ; ''Şimdi hak
(doğru) ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murâd almak istemiştim. O ise
şüphesiz doğru söyleyenlerdendir.'' dedi. Böylece Yûsuf aleyhisselâmın
suçsuzluğu ve senelerdir zindanda suçsuz olarak kalmış olduğu ortaya
çıktı. Mısır hükümdârı Yûsuf aleyhisselâma tekrar elçi gönderip; Onu
bana getirin, kendisini has müsteşâr edinip işlerimi ona bırakayım.''
dedi. Hükümdârın dâvetini kabul eden Yûsuf aleyhisselâm zindandan
çıktı. Zindanın kapısına da; ''Burası belâ, musibet ve hüzün evi,
dirilerin kabri, düşmanların sevinç, dostların recrübe yeridir.'' diye
yazdı. Yûsuf aleyhisselâm hükümdârın sarayına varınca, hükümdâr ona çok
iltifatta bulundu. Hükümdâr görmüş olduğu rüyâ ile ilgili ne gibi
tedbirler alınması gerektiğini sordu. Yûsuf aleyhisselâm; ''Bolluk
senelerinde çok ekip, ekinleri sapları ile berâber, başaklarıyla
ambarlara koymalısın. Bu şekilde ekinler bozulmadan kalır, hem de
saplar hayvanlarınız için yem olur. Halka da, ekinlerinden ihtiyaçları
kadarını yemelerini, geriye kalanını saklayıp korumalarını
emretmelisin. Bu yiyecekler kıtlık senelerinde sizin ve çevredeki
insanların ihtiyaçlarını karşılayacaktır.'' dedi. Yûsuf aleyhisselâmın
tavsiyeleri çok hoşuna giden hükümdâr; ''Bu işleri yapmakta bana kim
yardım eder?'' dedi. Yûsuf aleyhisselâm ona; ''Arzın (Mısır'ın)
hazinelerinin idâre işini bana bırak. Ben onu korumaya muktedirim.
Tasarruf yollarını bilirim, bu işi ben yaparım.'' buyurdu. Yûsuf
aleyhisselâmın teklifinden bir sene sonra Mısır Azizi (Mâliye Nâzırı)
öldü. Hükümdar hazret-i Yûsuf'u onun yerine Mâliye Nâzırı yaptı.
Mücevherlerle süslü taht ve tâclarla birlikte hazinelerin anahtarlarını
ona teslim etti. Hükümdar bütün yetkilerini de ona verdi. Memleketin
her tarafında Yûsuf aleyhisselâmın emri geçer oldu. Yûsuf aleyhisselâm,
Azizin ölümünden sonra sarayı terk edip perişân hâle gelen ve Allahü
teâlâya imân etmiş olan Züleyhâ'yı Allahü teâlânın emriyle kendine
nikâhlayıp onunla evlendi. Yûsuf aleyhisselâm Züleyhâ'ya: ''Bu senin
istemiş olduğundan hayırlı değil mi?'' dedi. Züleyhâ da ona: ''Ey
Sıddik! Beni kınama. Bildiğin gibi ben, mal, mülk, güzellik gibi dünyâ
nimetlerine sâhip bir kadındım. Ancak kocam kadınlara yaklaşmaktan
mahrumdu. Sen de benim gördüğüm en güzel kimseydin.'' diye cevap verdi.
Yûsuf aleyhisselâmın Züleyhâ'dan iki oğlu ile Rahmet adında bir kızı
oldu. Yûsuf aleyhisselâm yetkileri eline alınca kıtlık senelerinin
geleceğini düşünerek gerekli tedbirleri aldı. Gerekli gıdâ stoklarını
yaptırdı. Bu stoklar için büyük depolar yaptırıp topladığı yiyecekleri
buralarda depoladı. İnsanlara da çok iyilik ve ihsânlarda bulundu. Yedi
sene olan bolluk seneleri geçip, peşinde bütün şiddetiyle kıtlık
başgösterdi. Kıtlığın ilk senesinde insanlar hazırladıkları yiyecekleri
bitirdiler. Yûsuf aleyhisselâmdan para ile yiyecek satın almaya
başladılar.
Yûsuf aleyhisselâm kim olursa olsun,
kimseyi kayırmadan yiyecek almaya gelene bir deve yükünden fazla
yiyecek vermezdi. Bu hususta adâletten asla ayrılmazdı. Mısır hükümdarı
ve pek çok kimse onun adâleti ve güzel huyları sebebiyle Allahü teâlâya
inanmışlardı. Mısır'dan ve çevre ülkelerden olan insanlar akın akın
gelip Yûsuf aleyhisselâmdan yiyecek alıyorlardı. Babası Yâkub
aleyhisselâmın ve kardeşlerinin yaşadığı Ken'an diyârında da kıtlık baş
gösterdiğinden Yâkup aleyhisselâm, Yûsuf aleyhisselâmın anne-baba bir
kardeşi olan Bünyamin hâricindeki on oğlunu Mısır'a erzak almak üzere
gönderdi. Yâkub aleyhisselâmın oğulları Mısır'a varınca hazret-i Yûsuf
onları tanıdı. Onlar ise, hazret-i Yûsuf'u tanıyamadılar. Fakat,
hazret-i Yûsuf onların kim olduklarını,nereden geldiklerini sordu.
Onlar dediler ki: ''Biz Ken'an vilâyetindeniz. İhtiyar bir babanın on
evlâdıyız. Babamiziı ismi Yâkub'dur. Beldemizde kıtlık var. Babamız
bizi buraya erzak almaya gönderdi.'' dediler. Yûsuf aleyhisselâm;
''Şimdi babanız nerede ve kiminle berâberdir?'' deyince, onlar da;
''Ken'an ilinde bizim en küçük kardeşimizle berâber kaldı. Babamızın
küçük kardeşimizle aynı anadan olan çok sevdiği bir oğlu daha vardı.
Kırda telef oldu. Onun derdinden Bünyamin adındaki küçük oğlunu
yanından hiç ayırmaz. Oğlu Yûsuf'a üzüntüsünden dolayı gözleri görmez
oldu.'' dediler. Yûsuf aleyhisselâm her bir kardeşi için birer deve
yükü erzak hazırlattı. Onlardan almış olduğu paralarını da gizlice
tekrar yüklerinin içine bıraktırdı. Gelecek sefere diğer kardeşlerini
de getirmelerini istedi. Getirmedikleri takdirde erzak vermeyeceğini
bildirdi. Yâkup aleyhisselâmın oğulları Mısır'a varınca babalarına,
Mısır Mâliye Nâzırı tarafından büyük ihsân ve iltifat gördüklerini
anlattılar. Mısır Mâliye Nâzırının bir daha Mısır'a gittiklerinde
kardeşleri Bünyamin'i de getirmelerini istediğini, aksi hâlde erzak
vermeyeceğini söylediğini bildirdiler. Yâkup aleyhisselâm Bünyamin'i
göndermek istemedi. Yüklerini açtıkları zaman da paralarının ihsân
olarak yüklerinin içine konulduğunu gördüler. Bunun üzerine babalarına;
''Ey babamız! daha ne istiyoruz, işte sermâyemiz de bize iâde edilmiş.
Biz onunla tekrar âilemize zahire getiririz. Kardeşimizi de koruruz.
Kardeşimizi götürmekle bir deve yükü zahire de fazla alırız. Bu seferki
aldığımız zahire az bir ölçektir, bizi idâre etmez.''
dediler.Bünyamin'i getireceklerine dâir söz aldıktan sonra onlarla
birlikte tekrar Mısır'a gönderdi. Onlara da; ''Daha önce Yûsuf'a olanı
biliyorsunuz. Fakat Allahü teâlâ en iyi koruyucudur. Merhametlilerin en
merhametlisidir.'' dedi. Yâkub aleyhisselâmın oğulları ikinci defâ
Mısır'a gittiler. Bünyamin'i Yûsuf aleyhisselâmın yanına getirdiler.
Yûsuf aleyhisselâm kardeşlerine ikram ve ihsânlarda bulundu. Diğer
kardeşlerinden ayrı olduğu sırada kardeşi Bünyamin'e kendisini tanıttı.
Bir tedbirle onu göndermeyeceğini bildirdi. Her bir kardeşi için bir
deve yükü erzak hazırlattı. Kardeşi Bünyamin'in yükünün içine Mısır
hükümdârının altından yapılmış su tasını koydurdu. Yâkub aleyhisselâmın
oğullarının yükleri hazırlanıp yola çıkacakları sırada saraydan bir
vazifeli gelerek; ''Ey kâfile ehli! Durun! Muhakkak siz
hırsızlarsınız.'' dedi. Yûsuf aleyhisselâmın kardeşleri geri dönerek;
''Ne kayboldu. Aradığınız nedir? diye sordular. Vazifeli; ''Hükümdârın
tası kayboldu. Onu getirene bir deve yükü zahire var. Ben de buna
kefilim.'' dedi. Yûsuf aleyhisselâmın kardeşleri; ''Vallahi muhakkak
siz de bilirsiniz ki, biz buraya fesâd çıkarmak için gelmedik. Biz
hırsız da değiliz.'' dediler. Yâkup aleyhisselâmın oğulları; ''Su
kabının çalanın cezâsı kimin yükünde bulunursa, çalan kimse, mal
sâhibinin kölesi olur. Biz hırsızlık yapanları böyle cezâlandırırız.''
dediler. Saray vazifelileri Yâkup aleyhisselâmın oğullarının yüklerini
aradılar. Su tası en son aradıkları Bünyamin'in yükünde çıktı. Bunun
üzerine Yâkub aleyhisselâmın bildirdiği dinin hükümlerine göre Bünyamin
Mısır'da alıkonuldu. Yâkub aleyhisselâmın oğulları:
''Ey Aziz!
Hakikat, onun (Bünyamin'in) ihtiyar ve çok muhterem bir babası var.
Kaybolan kardeşimizin acısını onunla unutur. Onu bizden çok sever. Onun
yerine birimizi alıp onu serbest bırak. Biz muhakkak seni ihsân
edenlerden görüyoruz. Bu ihsânını tamamla.'' dediler. Yûsuf
aleyhisselâm: ''Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını
alıkoymaktan Allahü teâlâya sığınırız. Çünkü bu takdirde (dininize
uygun olarak verdiğiniz fetvâya göre) biz de elbette zâlimlerden
oluruz.'' dedi. Yâkub aleyhisselâmın büyük oğlu ve Şem'un da, babam
bana izin verinceye kadar gelmem, deyip Mısır'dan ayrılıp unutarak ve
sıkılarak babalarına geldiler; '' Ey babamız! Muhakkakki oğlun Bünyâmin
hırsızlık yaptı. Biz ancak gördüğümüze şâhitlik ederiz. Su kabını
Bünyamin'in yükünden çıktığını gördük. Biz gaybı, yâni onun gerçekten
çaldı mı, yoksa onun haberi olmadan eşyâsı arasına mı kondu? bilmeyiz.
Eğer bize inanmazsan içinde bulunduğumuz (kendisinde döndüğümüz) şehre
(Mısır halkına) da aralarında geldiğimiz kervana da sor. Biz hakikatten
doğru söyleyicileriz.'' dediler. Yâkub aleyhisselâm bu habere çok
üzülüp, anlatınlara inanmadı. Fakat; '' artık bana düşen sabr-ı
cemildir. Umulurki Allahü teâlâ oğullarımı bana getire. Şüphesiz Allahü
teâlâ Alimdir, Hakimdir. '' dedi. Allahü teâlânın kendisine bu
sıkıntıdan yakında kurtaracağına inanan Yâkub aleyhisselâm son derece
üzüntülü ve kederli olmasına rağmen, hâlini Allahü teâlâdan başkasına
arz etmedi. Başına gelen musibetlere rağmen, dâimâ sabırlı oldu. Bir
gün oğullarına kavuşacağını ümit eden Yâkub aleyhisselâm; ''Ey
oğullarım! Mısır'a gidin, Yûsuf ile kardeşlerinden haber sorun. Allahü
teâlânın fadl ve ihsânından ümit kesmeyin. Çünkü hakikat, kâfirler
gürûhundan başkası Allahü teâlânın fadl ve rahmetinden ümit kesmez. ''
dedi. Yâhub aleyhisselâmın oğulları babalarının tavsiyesi üzerine
üçüncü defâ Mısır'a geldiler. Yûsuf aleyhisselâmın huzûruna varıp; ''Ey
Aziz! bize ve âilemize darlık, kıtlık, fakirlik ve açlık isâbet etti.
Çok az ve ehemmiyetsiz bir sermâye ile geldik. Bize daha önce tam
bedelle verdiğin gibi tam ölçek ver. Sermâyemizden eksik olan bu
miktara karşılık olan zahireyi vermekle veya kardeşimizi iâde etmek
sûretiyle hakkımızda ayrıca tasaddukta bulun. Zirâ Allahü teâlâ sadaka
verenleri mükâfatlandırır. Yûsuf aleyhisselâm onlara: ''Siz sonunun
nereye varacağını bilmeden Yûsuf'a ve kardeşine yaptığınız işin
kötülüğünü anlayıp ondan tövbe ettiniz mi?'' dedi. Bu sözler üzerine
onlar bu kimsenin, kardeşleri Yûsuf olabileceğini düşündüler. Ona Yûsuf
olup olmadığını sordular. Onların yalvarışlarını, çâresiz kaldıklarını
görünce, kalbi inceldi. Merhametinden dolatı, kendisinin kardeşleri
Yûsuf olduğunu açıkladı. Kardeşleri; ''Yoksa sen gerçekten Yûsuf
musun?'' dediler. Yûsuf aleyhisselâm; ''Evet, ben Yûsuf'um ve bu
kardeşim Bünyamin'dir. Allahü teâlâ birbirimize kavuşturmakla bize
ihsânda bulundu.'' dedi. Kardeşleri Yûsuf aleyhisselâmın üstünlüğü ve
ona yaptıklarından dolayı günâhkar olduklarını kabul ettiler. Yûsuf
aleyhisselâm onlara; ''Bugön size bir kınama ve ayıplama yoktur.''
dedi.
Kardeşlerine çok izzet ve ikrâmda bulundu. Babası Yâkub
aleyhisselâmın hâlini, kendisinin yokluğundan sonra ne durumda olduğunu
sordu. Onlar da; ''Senin için çok üzüldü, ağladı. Bu sebeple gözleri
görmez oldu.'' dediler. Bunun üzerine Yûsuf aleyhisselâm gömleğini
çıkarıp onlara verdi ve; ''Şu gömleğimi babama götürün ve yüzüne
sürsün. O artık rahatlık görmeye başlar. Sonra bütün âilenizi bana
getirin.'' dedi. Yûsuf aleyhisselâm kardeşlerinin yol hazırlıklarını
yaptırdı. Babası Yâkub aleyhisselâma verilmek üzere bütün hânedânı ve
akrâbası ile birlikte Mısır'a gelmelerini isteyen bir mektup da verdi.
Yâkub aleyhisselâm, oğulları Mısır'dan yola çıktıktan sonra oğlu
hazret-i Yûsuf'un kokusunu aldığını söyledi. Fakat yanındakiler, Yûsuf
aleyhisselâma duyduğu aşırı muhabbetten dolayı böyle bir koku duyduğunu
zannedebileceğini söylediler. Nihâyet Yâkub aleyhisselâmın oğulları
Ken'an diyârına yaklaşınca, onlardan birisi müjdeci olarak gelip Yûsuf
aleyhisselâmın gömleğini babasına verdi. Yâkub aleyhisselâm gömleği
alıp yüzüne, gözüne sürdü. Gözleri açılıverdi. Yâkub aleyhisselâm,
bütün oğulları ve akrâbasıyla birlikte Ken'an diyârında Mısır'a gitmek
üzere yola çıktı. Yûsuf aleyhisselâm Mısır hükümdârı ve halkıyla
birlikte Yâkub aleyhisselâmı ve berâberindekileri karşıladı. Babasını
sarayına götürdü. Babasını ve üvey annesini tahtının üzerine çıkarıp
oturttu. Hepsi (babsı, üvey annesi ve kardeşleri ona kavuştukları için)
secde (şükür secdesi) ettiler. Yûsuf aleyhisselâm babasına; ''Ey babam!
İşte bu evvelce gördüğüm rüyânın tevili (yorumu) dur. Hakikaten Rabbim
o rüyâyı tahakkuk ettirdi. Beni zindandan çıkarıp mülk ihsân etti.
Şeytan benimle kardeşlerimin arasını (hased ile) açtıktan sonra, Allahü
teâlâ sizi çölden (Ken'an diyârından) getirdi. Muhakkak ki, Rabbim
dilediği şeyleri hakkıyla bilen herşeyi hikmetinin icâb ettirği vakit
ve şekilde yapan odur.'' dedi. Kardeşlerini affettiğini bildirdi. Yâkub
aleyhisselâm Yûsuf aleyhisselâmla birlikte on seneden fazla yaşadıktan
sonra vefât etti. Vasiyeti üzerine Kudüs yakınlarındaki Halilürrâhman
denilen yere defnedildi. Yûsuf aleyhisselâm kendi mahallesine defnetmek
istiyordu. İş kavgaya kadar vardı. Sonunda mermer bir sandukaya koyup
Nil Nehri kıyısına (veya Nil Nehrinin ortasına) defnetmekte anlaştılar.
Bir rivâyete göre ondan dört yüz sene sonra, gelen Mûsâ aleyhisselâm
kabrini bulup, mübârek cesedini oradan alarak Yâkub aleyhisselâmın da
medfûn bulunduğu Halilürrahmân'da defnedildi. Yûsuf aleyhisselâmın
güzelliği fevkalâdeydi. Âdem aleyhisselâma çok benzerdi. Mısır
sokaklarında gezerken yüzünün pırıltısı güneş ışıklarının yansıması
gibi duvarlara aksederdi. Bir kimse onun yüzüne bakmak isterse hemen
gözlerini çevirmek zorunda kalırdı. Bütün bunlara rağmen Yûsuf
aleyhisselâma güzelliklerinden sâdece bir parça verilmişti. Muhammed
aleyhisselâma ise tamâmı verilmişti. Eshâb-ı kirâm peygamber
efendimize, siz mi güzeldiniz, Yûsuf aleyhisselâm mı güzeldi? diye
sorunca peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; ''Kardeşim
Yûsuf benden sabih (güzel), ben ondan melihim (sevimliyim). O'nun
görünen güzelliği benim görünen güzelliğimden çoktur.'' buyurdu.
Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) görünmeyen güzelliği
gösterilseydi, kimse bakmaya tâkat getiremezdi. Eshâb-ı kirâmın
gençleri, hazret-i Âişe vâlidemizden peygamberimizin (sallallahü aleyhi
ve sellem) güzelliğini sorduklarında hazret-i Âişe şu şiiri
söylemiştir.
Ve lev semia ehlü Mısre evsâfe haddihi,
Lemâ bezelû fi sevmi Yûsüfe min nakdin.
Levima Zelihâ lev reeyne cebinehû,
Le âserne bilkat'il kulûbi alel eydi.
Mısırdakiler,
onun yanaklarının güzelliğini işitmiş olsalardı, Yûsuf aleyhisselâmın
pazarlığında hiç para vermezlerdi. Yâni, bütün mallarını, onun
yanaklarını görebilmek için saklarlardı. Zelihâ'yı kötüleyen kadınlar,
onun parlak alnını görselerdi, ellerinin yerine kalplerini keserlerdi
(de acısını duymazlardı) . Yûsuf aleyhisselâm güzel ahlâk sâhibi olup,
Mısır Azizinin hakkını gözeterek Züleyhâ'nın tekliflerini reddetti ve
iyilik gördüğü kimseye ihânet etmedi. Hiçbir menfâat ve zarar onun
doğruyu söylemesine mâni olamadı. Allahü teâlâ onu Kur'ân-ı kerimde
''Sıddik= Çok doğru sözlü'' olarak mehd etti. Kendisine hıyânet ve
zulmedenleri affediciydi. İnsanların rüyâlarını doğru olarak tâbir
ederdi. İnsanlara hizmet eder ve onların ihtiyaçlarını tedârik ederdi.
Yûsuf aleyhisselâm iffet sâhibi, olup iffetini korumakta gayretliydi.
Mısır kadınları ile arasında geçen hâdise meşhurdur.