Haber
getiren kişi. Allahu Teâlâ'nın kullarına emir ve yasaklarını bildirmek
ve onlara hakkı, doğruyu ve yanlışı açıklamak üzere seçip
görevlendirdiği ilahî elçi. Kur'an-ı Kerim' de; "nebi" veya "enbiya",
bazan da "resul" veya "rusul" diye geçer.
"Nebi", arapça bir
kelime olup, "nebe' " kökünden türetilmiştir. Muhbir, yani "haber
verici" anlamına gelir. Ancak nebe', herhangi bir haber değil; bize
bildirilen fevkâlade değerde, çok önemli bir haber, bir tebliğ
demektir. Nebe', yalnız, doğruluğunda hiç şüphe olmayan bir haber için
kullanılabilir (Rağıb el-Isfahanî el-Müfredât, Nebi maddesi). Nebi'nin
manası, Allah'ın, seçtiği kullarına ilâhî haberinin, vahiy yoluyla
ulaşması ve vahyine muhatab olmasıdır. Kelime, Allah ile peygamberi
arasındaki alâkayı, yani vahyi ve haber vermeyi açıklıyor (Saît Ramazan
el-Butî, Kübrâ el- Yakîniyyât el-Kevniyye, s. 172).
Bazı dilciler, "nebi" kelimesinin "yükseltilmiş" manasında olan "nübüvvet" kelimesinden geldiğini ileri sürerler.
Diğer
bir kısım dilciler ise, "nebi" kelimesine, Allah (c.c) ile akıl sahibi
kulları arasında bir elçi veya, "Biz insanlara, Allah Teâlâ'nın vahy-i
ilâhisini bildiren kimse" manası verirler. Nebi'nin çoğulu "enbiya"dır.
Peygamberlere, ilâhî emir ve yasakları, hüküm ve haberleri insanlara
bildirdikleri için "enbiya" denmiştir (İbn Manzur, Lisanul-Arab, Nebi
mad.; et-Taftâzânî, Şerhu'l-Makâsıd, II, 128).
Kur'an-ı
Kerim'de "nebi" yerine "resul" de geçmektedir. Arapçada "irsal"
kelimesinden alınan "rasul", gönderilen kimse, haberci, elçi anlamına
gelmektedir. Allah (c.c) tarafından, insanları irşad edip onları doğru
yola yöneltmek için gönderilmiş olduklarından, peygamberlere, "rüsûl-i
kirâm, mürselîn" denmiştir (el-Müfredat, Resul mad., Lisanul-Arap,
Resul maddesi).
Bu esasa göre; nebi ve resul kelimeleri, aynı
manaya gelen, arapçada iki (müterâdif) eş anlamlı isimdir.
Peygamberlere, Allah'dan önemli haber (vahy) aldıkları için "nebi";
aldıkları haberleri gönderildikleri insanlara bildirdikleri için de
"resul" denir. Onların en önemli görevi, kendilerine indirilen ilâhî
vahyi tebliğ etmektir. O halde risaletin manası Allah Teâlâ'nın,
seçtiği kullarından birini ilâhî hüküm veya şerîatini başkalarına
tebliğ etmekle mükellef tutmasıdır. Bu kelime, peygamber ile diğer
insanlar arasındaki alâkayı açıklamaktadır. O da, irsal (gönderilme) ve
elçilik kavramıdır.
Bu esasa göre, peygamberlerin iki görevi
vardır. Bunlardan Allah (c.c) ile özel ilişkisine "nübüvvet";
insanlarla olan "ilâhî görev" ilişkisine de "risâlet" denmektedir. Nebî
ve resul kelimeleri bu iki ilişkiyi ifade etmektedir (bk. el-Butî,
a.g.e., s. 173).
Çoğunluk Kelam âlimlerine göre ise "resul"
kelimesi, lugat manası bakımından "nebi" kelimesinden daha geniş ve
şümullüdür. Çünkü melekler de, ilâhi haberler taşıdıklarından, onlara
da "İlâhi haberciler" anlamında "resul" denmektedir. Bu görüşte
olanlara göre, kendisine ilâhî kitab ve müstakil şerîat verilen
peygamberler "resul" diye anılırlar. Bu bakımdan, her resul aynı
zamanda bir nebidir. Fakat her nebî, resul değildir. Bunlara göre;
ikisi arasında, -mantık diliyle"umum-husus-mutlak" ilişkisi vardır.
Çünkü nebî; tebliğle mükellef olsun olmasın, Allah Teâlâ'dan vahiy
yoluyla her hangi bir emir alan kimsedir. Eğer o, belli bir şeriatı
(hukuk sistemini) veya bir Kitabı tebliğ etmekle mükellef tutulursa, o
peygambere aynı zamanda "resul" denir. Her iki grubun da Kitab ve
Sünnet'ten delilleri vardır. Sonuç olarak, nebî ve resul şöyle tarif
edilebilir: "Allah Teâlâ'nın seçtiği ve onu Cibril (a.s.) vasıtasıyla
(uyanık iken) vahyettiği şeyleri insanların hepsine veya belli bir
topluluğa Allah'ın emriyle tebliğ eden bir insandır (Nebî ve resul
kelimelerinin terim anlamı, aralarındaki fark ve deliller için bk.
et-Taflâzânî, Şerhul-Makâsıd, II/128, el-Cürcanî, Şerhul-Mavâkıf, III,
173-174; İbnul-Hümam, Şerhul-Müsâyere, 198; Kadı İyâd, eş-Şifâ, I/210;
ed-Devvânî, Celâl-Şerhul-Akâidi'l-Adudiyye, 3; Mustafa Sabri,
Mevkiful-Akli vel-İlmi vel Âlem, Kahire 1950, IV/40; el-Bûtî, a.g.e.,
173).
Peygamberlere İman ve Önemi
Kur'an-ı Kerim'de
zikredilen birçok ayetlere ve Peygamberimiz (s.a.s)'in bazı sahih
hadislerine göre Allah Teâlâ'nın razı olduğu yegâne hak din olan
İslâm'da iman esaslarından biri de, Allah (c.c.) tarafından insanları
irşad ederek onlara doğru yolu göstermek için gönderilen bütün
peygamberlere iman etmektir. Bu ortak esas, İslâmda iman esasları
arasında yer alan çok önemli bir rükündür. Çünkü "meleklere" iman
edilmeden, "İlâhî kitaplara" inanmak mümkün olmadığı gibi, bu kitabları
insanlara tebliğ etmekle görevli ve sorumlu olan "Peygamberlere" iman
edilmeden de, mukaddes kitablara iman etmek mümkün değildir.
Gerçek
şudur ki; peygamberlik müessesesine inanılmadan din, yani ilâhî emir ve
yasaklar söz konusu olmaz. Çünkü peygamberler, Allah Teâlâ'nın
insanları irşad için gönderdiği birer ilâhî elçi olarak kendilerine
vahyolunan ilâhî hükümleri, emir ve yasakları yalnız tebliğ etmekle
kalmazlar; aynı zamanda bu hükümleri kendi nefislerinde aynen tatbik
eder ve günlük hayatımızda fert ve toplum olarak nasıl uygulayacağımızı
gösterirler. Peygamberler, herkes tarafından takip edilebilecek üstün
vasıflı, yüksek ahlâklı, kâmil ve örnek insanlardır. Onlar, her hususta
çok güzel birer örnek oldukları için, insanları kolayca etkiler, onlara
Allah sevgisi ve O'na imanı aşılar ve peşlerinden sürükleyerek
hayatlarında esaslı değişiklikler yaparlar. Çünkü nefsi ve aklı ile
başbaşa olan insanların ıslahı ve doğru yola yöneltilmeleri, ancak yine
birer insan olan, günahlardan arınmış (masum) peygamberlerin
önderliğinde başarılabilir. Onun içindir ki, melekler insanlara değil,
yalnız peygamberlere elçi olarak gönderilmişlerdir: "(Onlara) de ki:
Eğer yeryüzünde yaşayıp huzur içinde dolaşanlar melekler olsaydı,
muhakkak Biz, onlara gökten melek bir peygamber indirirdik" (el-İsrâ,
17/95).
Kur'an-ı Kerim'in bildirdiğine göre, peygamberlik
müessesesi ve ilâhî kitaplar Allah Teâlâ'nın insanlara lutfettiği
manevî bir hediye (mevhibe-i ilâhiyye)dir. Âlemleri yaratan Allah (c.c)
insanlar ve milletler arasında bir fark gözetmeden, onların her birine
maddî sayısız nimetler ve çeşitli rızıklar verdiği gibi, ruhî bir gıda,
manevî bir nimet olarak peygamberlik nimetini de aynı ilâhî esasa göre
insanlık âlemine ihsan etmiştir. Bu yönden peygamberlik, lutfu ve
rahmeti sonsuz olan Rabbulâlemin'in bütün dünya milletlerine dağıttığı
ilâhî bir hediyedir. Madem ki insanlar hidayet yolunu bulmak, hak ve
adalet üzere kurulan ilâhî nizamı öğrenerek hayatlarında uygulayabilmek
için Allah (c.c) tarafından seçilerek gönderilen masum (günahsız)
peygamberlere ve onlara indirilen ilâhî vahye muhtaçtırlar; o halde
bütün insanların Rabbı, Hâlık ve Râzıkı olan Allah Teâlâ, elbette ki
kulları arasında ayırım yapmadan, her millete kendi içinden seçtiği
peygamberler gönderecektir. Nitekim bu husus Kur'an-ı Kerimde şu
ayetlerle açık olarak beyan edilmiştir: Hiç bir millet yoktur ki, kendi
içinde (onları Allah azabıyla) korkutan biri (bir peygamber) gelip
geçmiş olmasın" (el-Fâtır, 35/24), Her milletin bir peygamberi vardır"
(Yunus,10/47. Ayrıca bkz. en-Nahl 16/36; er-Rum, 30/47; ez-Zuhruf,
43/6; er-Ra'd 13/8; İbrahim,14/4; el-İsrâ,17/15).
Bütün
peygamberler bu yüce görevi eksiksiz olarak yapabilecek ve kendilerine
vahyolunan ilâhî hükümleri insanlara tebliğ edebilecek kudret ve
kabiliyette yaratılan mümtaz ve sadık kullar, Allah tarafından seçilen
ilâhî elçilerdir.
Kur'an-ı Kerim, müslümanlara, yalnız İslâm
Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s)'e değil, dünya milletlerine zaman zaman
gönderilen bütün peygamberlere de inanmayı emretmektedir. el-Bakara
süresinde; Deyiniz ki biz Allah'a, bizlere indirilen (Kitab)'a;
İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve oğullarına indirilenlere;
Rableri tarafından Mûsa ve İsâ ya verilenlere iman ettik. Onları
biribirinden (peygamber olarak) ayırmayız” (el-Bakara, 2/136)
buyrulmaktadır. Ayette geçen "nebiyyûn" kelimesi ile, daha önce
gönderilen diğer peygamberlerin kastedildiği anlaşılmaktadır.
İşte
İslâm dini, bütün peygamberlere inanmayı, "iman esasları"ndan ve
İslamın temel prensiplerinden saymakla (bkz. el-Bakara, 2/177 ve 285,
en-Nisâ, 4/ 136), hiç bir dinin erişemediği derecede şumullü bir
insanlık dini olmak vasfını kazanmaktadır. Bütün dünya milletlerine
hitap etmek suretiyle de, insanları bütün beşeriyeti içerisine alan bir
kardeşliğe, sulh ve sukûna, saadet ve selâmete davet etmektedir. Bu
bakımdan, her müslüman icmâlî olarak (kısaca); başta Hz. Muhammed
(s.a.s) olmak üzere, daha önce gönderilen bütün peygamberlere; tafsili
olarak da, Kur'an-ı Kerim'de isimleri zikredilen peygamberlerin her
birine ayrı ayrı iman etmeleri, ayrıca, Allah (c.c) tarafından önceki
milletlere gönderilen ve adları bildirilmeyen bütün peygamberlere toplu
olarak iman etmeleri gerekir (el-Bûtî, a.g.e.,186-191; Ali Arslan
Aydın, en-Nübüvve Fil-Kur'an ve İnde Felasifetil-İslâm, Kahire 1958, s.
5-9 ve İslâmda İman ve Esasları 6. Baskı, İstanbul 1990, s. 184-187).
Kur'an-ı
Kerim'de bildirildiğine göre, bütün insanlık âlemine ve bütün
milletlere hitab etmek üzere gönderilen peygamber, yalnız Hz. Muhammed
(s.a.s)'dir. Hz. Muhammed (s.a.s) ilk peygamber Hz. Adem'den itibaren
zaman zaman çeşitli milletlere gönderilen peygamberlerin en büyüğü ve
sonuncusudur. O, peygamberler zincirinin son altın halkasıdır,
Hâtemül-Enbiyâ'dır. O'ndan sonra artık peygamber gönderilmeyecektir.
Bu, İslâmın ve en son Mukaddes Kitab Kur'an'ın bildirdiği bir
gerçektir:
Biz seni, ancak bütün insanlara müjdeci ve (Allah ozabı ile) korkutucu olarak gönderdik" (es-Sebe; 34/28);
"De
ki, (Ya Muhammed): Ey insanlar! Ben göklerin ve yerin mülkü olan
Allah'ın, size, hepinize gönderdiği peygamberiyim" (el-A'raf, 7/158).
Hz. Muhammed (s.a.s)'den başka hiç bir peygamberin bütün dünya
milletlerinin hepsine birden gönderildiğine dair ne Kur'an'da, ne de
başka bir kutsal kitabda açık bir ayet bulunmamaktadır.
Peygamberlerin
Adedi ve İsimleri Kur'an-ı Kerim'de her millete mutlaka kendi içinden
seçilen bir peygamber gönderildiği açıkça beyan edilmiş ise de,
(el-Fâtır, 35/24; Yunus,10/47; el-İsrâ, 17/15) peygamberlerin adedi ve
her birinin ismi bildirilmemiştir. Nitekim en-Nisa süresinde (4/ 164)
"Peygamberlerin
bir kısmını bundan önce sana haber verdik, bir kısmını ise haber
vermedik" buyurulmuştur. Gerçi peygamberimizin bir sahih hadisinde yüz
yirmi dört bin gibi bir sayıdan bahsedilmiş ise de; bu adet kesin
değildir. Kur'an'da yalnız 25 peygamberin isimleri zikredilmiştir.
Bunlar, Âdem, İdris, Nûh, Hûd, Sâlih, Lût, İbrahim, İsmail, ishak,
Yakub, Yusuf, Şuayb, Musa, Harun, Davud, Süleyman, Eyyub, Zülkifl,
Yünus, İlyas, İlyesa, Zekeriyya, Yahya, İsâ ve Muhammed (s.a.s)
hazretleridir.
Ehl-i Sünnete göre; peygamberlerin sayılarını
tahdid etmemek daha doğrudur. Çünkü sayının tespit edilmesi halinde,
eğer rakam büyük olursa, gerçekte enbiyadan olmayanların peygamber
sayılanlar içine katılması; eğer küçük olursa, enbiyadan olanların
peygamberlerden sayılmaması gibi bir durumla karşı karşıya kahnabilir
(bkz. et-Taftazânî, Şerhul-Akâidi'n-Nesefıyye ve Havaşîhi, s. 460-465;
Aliyyul-Korî, Şerhul-Fıkhıl-Ekber, s. 102-104: Abdurrahman el-Cezirî
Tavdihu'l-Akaid Fi İlmi't-Tevhid s. 136-138).
Peygamberlerin Sıfatları
Bütün
peygamberler Allah Teâlâ tarafından seçilip ilâhî elçiler olarak
insanlara gönderildiklerine göre, hepsi birbiriyle kardeş gibidirler.
Onlar bir âiledendir ve bir tek cemaattır: Bütün peygamberler doğru
sözlü, sâdık, emîn, akıllı, sağlam karakterli, uyanık kalpli, yüksek
ahlaklı, dünyada ve âhirette itibarlı ve Allah'a en yakın olan sevgili
kullar, ilahi elçilerdir.
Onların diğer insanlardan ayn,
kendilerine ait ortak bazı sıfât ve özellikleri vardır. Bu sıfatlar
sayesinde yüce yaratıcı ile kulları arasında elçilik yapma liyakatını
kazanmış olurlar. Allahu Teâlâ şöyle buyurur: "Allah, peygamberliğini
kime ve nereye vereceğini daha iyi bilir" (el-En'âm, 6/l?4). Bütün
peygamberlerde ortak olan sıfatları şu beş maddede toplamak mümkündür:
Emânet, sadakat fetânet, ismet, tebliğ.
1. Emânet Sözlükte, güvenmek, emin olmak, korkmamak ve güvenilir olmak anlamında bir mastardır.
Emânet,
peygamberlerin kudsî görevlerini yerine getirmek hususunda ve her
konuda emin ve güvenilir olmalarıdır. Bütün peygamberler son derece
emin, güvenilen dürüst ve seçkin şahsiyetlerdir. Onlardan asla her
hangi bir hiyânet meydana gelmez. Çünkü, Allah Teâlâ, ilâhî vahyini,
peygamberlik şeref ve vazifesini hainlere değil, ancak her bakımdan
emin olan sâdık kullarına verir. Peygamberlerini bu gibi emin, sâdık ve
dürüst kulları arasından seçer. Şüphe yok ki Allah (c.c) peygamberlik
derecesine kirnin daha lâyık olduğunu en iyi bilendir.
Kur'an-ı
Kerim'de, geçmiş peygamberlerin emânet sıfatlarından söz eden ayetler
vardır: Hûd peygamber, kavmine şöyle demişti: "Size Rabbimin
vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve ben sizin için güvenilir bir
nasihatçıyım" (el-A'raf, 7/68). eş-Şuarâ Suresi'nde Nuh, Hûd. Salih,
Lut ve Şuayb peygamberlerin kavimlerine, "Şüphesiz ben, size gönderilen
emîn bir peygamberim" dedikleri zikredilir (bkz. 26/108, 125, 143, 162,
178).
Peygamber olmadan önce Hz. Musa için Şuayb
aleyhisselâmın iki kızından biri şöyle demiştir: "Babacığım, onu
ücretle çalıştır. Çünkü o, ücretle tuttuklarının en hayırlısı, güçlü ve
güvenilir bir adamdır" (el-Kasas, 28/26). Hz. Musa, Medyen'den Mısır'a
peygamber olarak dönünce Firavun'un kavmine şöyle demişti: "Allah'ın
kullarını bana bırakın. Çünkü ben size gönderilmiş emîn bir
peygamberim" (ed-Duhân, 44/18).
getiren kişi. Allahu Teâlâ'nın kullarına emir ve yasaklarını bildirmek
ve onlara hakkı, doğruyu ve yanlışı açıklamak üzere seçip
görevlendirdiği ilahî elçi. Kur'an-ı Kerim' de; "nebi" veya "enbiya",
bazan da "resul" veya "rusul" diye geçer.
"Nebi", arapça bir
kelime olup, "nebe' " kökünden türetilmiştir. Muhbir, yani "haber
verici" anlamına gelir. Ancak nebe', herhangi bir haber değil; bize
bildirilen fevkâlade değerde, çok önemli bir haber, bir tebliğ
demektir. Nebe', yalnız, doğruluğunda hiç şüphe olmayan bir haber için
kullanılabilir (Rağıb el-Isfahanî el-Müfredât, Nebi maddesi). Nebi'nin
manası, Allah'ın, seçtiği kullarına ilâhî haberinin, vahiy yoluyla
ulaşması ve vahyine muhatab olmasıdır. Kelime, Allah ile peygamberi
arasındaki alâkayı, yani vahyi ve haber vermeyi açıklıyor (Saît Ramazan
el-Butî, Kübrâ el- Yakîniyyât el-Kevniyye, s. 172).
Bazı dilciler, "nebi" kelimesinin "yükseltilmiş" manasında olan "nübüvvet" kelimesinden geldiğini ileri sürerler.
Diğer
bir kısım dilciler ise, "nebi" kelimesine, Allah (c.c) ile akıl sahibi
kulları arasında bir elçi veya, "Biz insanlara, Allah Teâlâ'nın vahy-i
ilâhisini bildiren kimse" manası verirler. Nebi'nin çoğulu "enbiya"dır.
Peygamberlere, ilâhî emir ve yasakları, hüküm ve haberleri insanlara
bildirdikleri için "enbiya" denmiştir (İbn Manzur, Lisanul-Arab, Nebi
mad.; et-Taftâzânî, Şerhu'l-Makâsıd, II, 128).
Kur'an-ı
Kerim'de "nebi" yerine "resul" de geçmektedir. Arapçada "irsal"
kelimesinden alınan "rasul", gönderilen kimse, haberci, elçi anlamına
gelmektedir. Allah (c.c) tarafından, insanları irşad edip onları doğru
yola yöneltmek için gönderilmiş olduklarından, peygamberlere, "rüsûl-i
kirâm, mürselîn" denmiştir (el-Müfredat, Resul mad., Lisanul-Arap,
Resul maddesi).
Bu esasa göre; nebi ve resul kelimeleri, aynı
manaya gelen, arapçada iki (müterâdif) eş anlamlı isimdir.
Peygamberlere, Allah'dan önemli haber (vahy) aldıkları için "nebi";
aldıkları haberleri gönderildikleri insanlara bildirdikleri için de
"resul" denir. Onların en önemli görevi, kendilerine indirilen ilâhî
vahyi tebliğ etmektir. O halde risaletin manası Allah Teâlâ'nın,
seçtiği kullarından birini ilâhî hüküm veya şerîatini başkalarına
tebliğ etmekle mükellef tutmasıdır. Bu kelime, peygamber ile diğer
insanlar arasındaki alâkayı açıklamaktadır. O da, irsal (gönderilme) ve
elçilik kavramıdır.
Bu esasa göre, peygamberlerin iki görevi
vardır. Bunlardan Allah (c.c) ile özel ilişkisine "nübüvvet";
insanlarla olan "ilâhî görev" ilişkisine de "risâlet" denmektedir. Nebî
ve resul kelimeleri bu iki ilişkiyi ifade etmektedir (bk. el-Butî,
a.g.e., s. 173).
Çoğunluk Kelam âlimlerine göre ise "resul"
kelimesi, lugat manası bakımından "nebi" kelimesinden daha geniş ve
şümullüdür. Çünkü melekler de, ilâhi haberler taşıdıklarından, onlara
da "İlâhi haberciler" anlamında "resul" denmektedir. Bu görüşte
olanlara göre, kendisine ilâhî kitab ve müstakil şerîat verilen
peygamberler "resul" diye anılırlar. Bu bakımdan, her resul aynı
zamanda bir nebidir. Fakat her nebî, resul değildir. Bunlara göre;
ikisi arasında, -mantık diliyle"umum-husus-mutlak" ilişkisi vardır.
Çünkü nebî; tebliğle mükellef olsun olmasın, Allah Teâlâ'dan vahiy
yoluyla her hangi bir emir alan kimsedir. Eğer o, belli bir şeriatı
(hukuk sistemini) veya bir Kitabı tebliğ etmekle mükellef tutulursa, o
peygambere aynı zamanda "resul" denir. Her iki grubun da Kitab ve
Sünnet'ten delilleri vardır. Sonuç olarak, nebî ve resul şöyle tarif
edilebilir: "Allah Teâlâ'nın seçtiği ve onu Cibril (a.s.) vasıtasıyla
(uyanık iken) vahyettiği şeyleri insanların hepsine veya belli bir
topluluğa Allah'ın emriyle tebliğ eden bir insandır (Nebî ve resul
kelimelerinin terim anlamı, aralarındaki fark ve deliller için bk.
et-Taflâzânî, Şerhul-Makâsıd, II/128, el-Cürcanî, Şerhul-Mavâkıf, III,
173-174; İbnul-Hümam, Şerhul-Müsâyere, 198; Kadı İyâd, eş-Şifâ, I/210;
ed-Devvânî, Celâl-Şerhul-Akâidi'l-Adudiyye, 3; Mustafa Sabri,
Mevkiful-Akli vel-İlmi vel Âlem, Kahire 1950, IV/40; el-Bûtî, a.g.e.,
173).
Peygamberlere İman ve Önemi
Kur'an-ı Kerim'de
zikredilen birçok ayetlere ve Peygamberimiz (s.a.s)'in bazı sahih
hadislerine göre Allah Teâlâ'nın razı olduğu yegâne hak din olan
İslâm'da iman esaslarından biri de, Allah (c.c.) tarafından insanları
irşad ederek onlara doğru yolu göstermek için gönderilen bütün
peygamberlere iman etmektir. Bu ortak esas, İslâmda iman esasları
arasında yer alan çok önemli bir rükündür. Çünkü "meleklere" iman
edilmeden, "İlâhî kitaplara" inanmak mümkün olmadığı gibi, bu kitabları
insanlara tebliğ etmekle görevli ve sorumlu olan "Peygamberlere" iman
edilmeden de, mukaddes kitablara iman etmek mümkün değildir.
Gerçek
şudur ki; peygamberlik müessesesine inanılmadan din, yani ilâhî emir ve
yasaklar söz konusu olmaz. Çünkü peygamberler, Allah Teâlâ'nın
insanları irşad için gönderdiği birer ilâhî elçi olarak kendilerine
vahyolunan ilâhî hükümleri, emir ve yasakları yalnız tebliğ etmekle
kalmazlar; aynı zamanda bu hükümleri kendi nefislerinde aynen tatbik
eder ve günlük hayatımızda fert ve toplum olarak nasıl uygulayacağımızı
gösterirler. Peygamberler, herkes tarafından takip edilebilecek üstün
vasıflı, yüksek ahlâklı, kâmil ve örnek insanlardır. Onlar, her hususta
çok güzel birer örnek oldukları için, insanları kolayca etkiler, onlara
Allah sevgisi ve O'na imanı aşılar ve peşlerinden sürükleyerek
hayatlarında esaslı değişiklikler yaparlar. Çünkü nefsi ve aklı ile
başbaşa olan insanların ıslahı ve doğru yola yöneltilmeleri, ancak yine
birer insan olan, günahlardan arınmış (masum) peygamberlerin
önderliğinde başarılabilir. Onun içindir ki, melekler insanlara değil,
yalnız peygamberlere elçi olarak gönderilmişlerdir: "(Onlara) de ki:
Eğer yeryüzünde yaşayıp huzur içinde dolaşanlar melekler olsaydı,
muhakkak Biz, onlara gökten melek bir peygamber indirirdik" (el-İsrâ,
17/95).
Kur'an-ı Kerim'in bildirdiğine göre, peygamberlik
müessesesi ve ilâhî kitaplar Allah Teâlâ'nın insanlara lutfettiği
manevî bir hediye (mevhibe-i ilâhiyye)dir. Âlemleri yaratan Allah (c.c)
insanlar ve milletler arasında bir fark gözetmeden, onların her birine
maddî sayısız nimetler ve çeşitli rızıklar verdiği gibi, ruhî bir gıda,
manevî bir nimet olarak peygamberlik nimetini de aynı ilâhî esasa göre
insanlık âlemine ihsan etmiştir. Bu yönden peygamberlik, lutfu ve
rahmeti sonsuz olan Rabbulâlemin'in bütün dünya milletlerine dağıttığı
ilâhî bir hediyedir. Madem ki insanlar hidayet yolunu bulmak, hak ve
adalet üzere kurulan ilâhî nizamı öğrenerek hayatlarında uygulayabilmek
için Allah (c.c) tarafından seçilerek gönderilen masum (günahsız)
peygamberlere ve onlara indirilen ilâhî vahye muhtaçtırlar; o halde
bütün insanların Rabbı, Hâlık ve Râzıkı olan Allah Teâlâ, elbette ki
kulları arasında ayırım yapmadan, her millete kendi içinden seçtiği
peygamberler gönderecektir. Nitekim bu husus Kur'an-ı Kerimde şu
ayetlerle açık olarak beyan edilmiştir: Hiç bir millet yoktur ki, kendi
içinde (onları Allah azabıyla) korkutan biri (bir peygamber) gelip
geçmiş olmasın" (el-Fâtır, 35/24), Her milletin bir peygamberi vardır"
(Yunus,10/47. Ayrıca bkz. en-Nahl 16/36; er-Rum, 30/47; ez-Zuhruf,
43/6; er-Ra'd 13/8; İbrahim,14/4; el-İsrâ,17/15).
Bütün
peygamberler bu yüce görevi eksiksiz olarak yapabilecek ve kendilerine
vahyolunan ilâhî hükümleri insanlara tebliğ edebilecek kudret ve
kabiliyette yaratılan mümtaz ve sadık kullar, Allah tarafından seçilen
ilâhî elçilerdir.
Kur'an-ı Kerim, müslümanlara, yalnız İslâm
Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s)'e değil, dünya milletlerine zaman zaman
gönderilen bütün peygamberlere de inanmayı emretmektedir. el-Bakara
süresinde; Deyiniz ki biz Allah'a, bizlere indirilen (Kitab)'a;
İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve oğullarına indirilenlere;
Rableri tarafından Mûsa ve İsâ ya verilenlere iman ettik. Onları
biribirinden (peygamber olarak) ayırmayız” (el-Bakara, 2/136)
buyrulmaktadır. Ayette geçen "nebiyyûn" kelimesi ile, daha önce
gönderilen diğer peygamberlerin kastedildiği anlaşılmaktadır.
İşte
İslâm dini, bütün peygamberlere inanmayı, "iman esasları"ndan ve
İslamın temel prensiplerinden saymakla (bkz. el-Bakara, 2/177 ve 285,
en-Nisâ, 4/ 136), hiç bir dinin erişemediği derecede şumullü bir
insanlık dini olmak vasfını kazanmaktadır. Bütün dünya milletlerine
hitap etmek suretiyle de, insanları bütün beşeriyeti içerisine alan bir
kardeşliğe, sulh ve sukûna, saadet ve selâmete davet etmektedir. Bu
bakımdan, her müslüman icmâlî olarak (kısaca); başta Hz. Muhammed
(s.a.s) olmak üzere, daha önce gönderilen bütün peygamberlere; tafsili
olarak da, Kur'an-ı Kerim'de isimleri zikredilen peygamberlerin her
birine ayrı ayrı iman etmeleri, ayrıca, Allah (c.c) tarafından önceki
milletlere gönderilen ve adları bildirilmeyen bütün peygamberlere toplu
olarak iman etmeleri gerekir (el-Bûtî, a.g.e.,186-191; Ali Arslan
Aydın, en-Nübüvve Fil-Kur'an ve İnde Felasifetil-İslâm, Kahire 1958, s.
5-9 ve İslâmda İman ve Esasları 6. Baskı, İstanbul 1990, s. 184-187).
Kur'an-ı
Kerim'de bildirildiğine göre, bütün insanlık âlemine ve bütün
milletlere hitab etmek üzere gönderilen peygamber, yalnız Hz. Muhammed
(s.a.s)'dir. Hz. Muhammed (s.a.s) ilk peygamber Hz. Adem'den itibaren
zaman zaman çeşitli milletlere gönderilen peygamberlerin en büyüğü ve
sonuncusudur. O, peygamberler zincirinin son altın halkasıdır,
Hâtemül-Enbiyâ'dır. O'ndan sonra artık peygamber gönderilmeyecektir.
Bu, İslâmın ve en son Mukaddes Kitab Kur'an'ın bildirdiği bir
gerçektir:
Biz seni, ancak bütün insanlara müjdeci ve (Allah ozabı ile) korkutucu olarak gönderdik" (es-Sebe; 34/28);
"De
ki, (Ya Muhammed): Ey insanlar! Ben göklerin ve yerin mülkü olan
Allah'ın, size, hepinize gönderdiği peygamberiyim" (el-A'raf, 7/158).
Hz. Muhammed (s.a.s)'den başka hiç bir peygamberin bütün dünya
milletlerinin hepsine birden gönderildiğine dair ne Kur'an'da, ne de
başka bir kutsal kitabda açık bir ayet bulunmamaktadır.
Peygamberlerin
Adedi ve İsimleri Kur'an-ı Kerim'de her millete mutlaka kendi içinden
seçilen bir peygamber gönderildiği açıkça beyan edilmiş ise de,
(el-Fâtır, 35/24; Yunus,10/47; el-İsrâ, 17/15) peygamberlerin adedi ve
her birinin ismi bildirilmemiştir. Nitekim en-Nisa süresinde (4/ 164)
"Peygamberlerin
bir kısmını bundan önce sana haber verdik, bir kısmını ise haber
vermedik" buyurulmuştur. Gerçi peygamberimizin bir sahih hadisinde yüz
yirmi dört bin gibi bir sayıdan bahsedilmiş ise de; bu adet kesin
değildir. Kur'an'da yalnız 25 peygamberin isimleri zikredilmiştir.
Bunlar, Âdem, İdris, Nûh, Hûd, Sâlih, Lût, İbrahim, İsmail, ishak,
Yakub, Yusuf, Şuayb, Musa, Harun, Davud, Süleyman, Eyyub, Zülkifl,
Yünus, İlyas, İlyesa, Zekeriyya, Yahya, İsâ ve Muhammed (s.a.s)
hazretleridir.
Ehl-i Sünnete göre; peygamberlerin sayılarını
tahdid etmemek daha doğrudur. Çünkü sayının tespit edilmesi halinde,
eğer rakam büyük olursa, gerçekte enbiyadan olmayanların peygamber
sayılanlar içine katılması; eğer küçük olursa, enbiyadan olanların
peygamberlerden sayılmaması gibi bir durumla karşı karşıya kahnabilir
(bkz. et-Taftazânî, Şerhul-Akâidi'n-Nesefıyye ve Havaşîhi, s. 460-465;
Aliyyul-Korî, Şerhul-Fıkhıl-Ekber, s. 102-104: Abdurrahman el-Cezirî
Tavdihu'l-Akaid Fi İlmi't-Tevhid s. 136-138).
Peygamberlerin Sıfatları
Bütün
peygamberler Allah Teâlâ tarafından seçilip ilâhî elçiler olarak
insanlara gönderildiklerine göre, hepsi birbiriyle kardeş gibidirler.
Onlar bir âiledendir ve bir tek cemaattır: Bütün peygamberler doğru
sözlü, sâdık, emîn, akıllı, sağlam karakterli, uyanık kalpli, yüksek
ahlaklı, dünyada ve âhirette itibarlı ve Allah'a en yakın olan sevgili
kullar, ilahi elçilerdir.
Onların diğer insanlardan ayn,
kendilerine ait ortak bazı sıfât ve özellikleri vardır. Bu sıfatlar
sayesinde yüce yaratıcı ile kulları arasında elçilik yapma liyakatını
kazanmış olurlar. Allahu Teâlâ şöyle buyurur: "Allah, peygamberliğini
kime ve nereye vereceğini daha iyi bilir" (el-En'âm, 6/l?4). Bütün
peygamberlerde ortak olan sıfatları şu beş maddede toplamak mümkündür:
Emânet, sadakat fetânet, ismet, tebliğ.
1. Emânet Sözlükte, güvenmek, emin olmak, korkmamak ve güvenilir olmak anlamında bir mastardır.
Emânet,
peygamberlerin kudsî görevlerini yerine getirmek hususunda ve her
konuda emin ve güvenilir olmalarıdır. Bütün peygamberler son derece
emin, güvenilen dürüst ve seçkin şahsiyetlerdir. Onlardan asla her
hangi bir hiyânet meydana gelmez. Çünkü, Allah Teâlâ, ilâhî vahyini,
peygamberlik şeref ve vazifesini hainlere değil, ancak her bakımdan
emin olan sâdık kullarına verir. Peygamberlerini bu gibi emin, sâdık ve
dürüst kulları arasından seçer. Şüphe yok ki Allah (c.c) peygamberlik
derecesine kirnin daha lâyık olduğunu en iyi bilendir.
Kur'an-ı
Kerim'de, geçmiş peygamberlerin emânet sıfatlarından söz eden ayetler
vardır: Hûd peygamber, kavmine şöyle demişti: "Size Rabbimin
vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve ben sizin için güvenilir bir
nasihatçıyım" (el-A'raf, 7/68). eş-Şuarâ Suresi'nde Nuh, Hûd. Salih,
Lut ve Şuayb peygamberlerin kavimlerine, "Şüphesiz ben, size gönderilen
emîn bir peygamberim" dedikleri zikredilir (bkz. 26/108, 125, 143, 162,
178).
Peygamber olmadan önce Hz. Musa için Şuayb
aleyhisselâmın iki kızından biri şöyle demiştir: "Babacığım, onu
ücretle çalıştır. Çünkü o, ücretle tuttuklarının en hayırlısı, güçlü ve
güvenilir bir adamdır" (el-Kasas, 28/26). Hz. Musa, Medyen'den Mısır'a
peygamber olarak dönünce Firavun'un kavmine şöyle demişti: "Allah'ın
kullarını bana bırakın. Çünkü ben size gönderilmiş emîn bir
peygamberim" (ed-Duhân, 44/18).