Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    PEYGAMBER, PEYGAMBERLİK (1)

    FIRTINA
    FIRTINA
    Moderatör


    Mesaj Sayısı : 3752
    Doğum tarihi : 09/08/69
    Kayıt tarihi : 08/12/09
    Tecrübe Puanı : 24
    Yaş : 55
    Ülke : Almanya

    PEYGAMBER, PEYGAMBERLİK (1) Empty PEYGAMBER, PEYGAMBERLİK (1)

    Mesaj tarafından FIRTINA C.tesi Ara. 19, 2009 1:27 am

    Haber
    getiren kişi. Allahu Teâlâ'nın kullarına emir ve yasaklarını bildirmek
    ve onlara hakkı, doğruyu ve yanlışı açıklamak üzere seçip
    görevlendirdiği ilahî elçi. Kur'an-ı Kerim' de; "nebi" veya "enbiya",
    bazan da "resul" veya "rusul" diye geçer.
    "Nebi", arapça bir
    kelime olup, "nebe' " kökünden türetilmiştir. Muhbir, yani "haber
    verici" anlamına gelir. Ancak nebe', herhangi bir haber değil; bize
    bildirilen fevkâlade değerde, çok önemli bir haber, bir tebliğ
    demektir. Nebe', yalnız, doğruluğunda hiç şüphe olmayan bir haber için
    kullanılabilir (Rağıb el-Isfahanî el-Müfredât, Nebi maddesi). Nebi'nin
    manası, Allah'ın, seçtiği kullarına ilâhî haberinin, vahiy yoluyla
    ulaşması ve vahyine muhatab olmasıdır. Kelime, Allah ile peygamberi
    arasındaki alâkayı, yani vahyi ve haber vermeyi açıklıyor (Saît Ramazan
    el-Butî, Kübrâ el- Yakîniyyât el-Kevniyye, s. 172).

    Bazı dilciler, "nebi" kelimesinin "yükseltilmiş" manasında olan "nübüvvet" kelimesinden geldiğini ileri sürerler.

    Diğer
    bir kısım dilciler ise, "nebi" kelimesine, Allah (c.c) ile akıl sahibi
    kulları arasında bir elçi veya, "Biz insanlara, Allah Teâlâ'nın vahy-i
    ilâhisini bildiren kimse" manası verirler. Nebi'nin çoğulu "enbiya"dır.
    Peygamberlere, ilâhî emir ve yasakları, hüküm ve haberleri insanlara
    bildirdikleri için "enbiya" denmiştir (İbn Manzur, Lisanul-Arab, Nebi
    mad.; et-Taftâzânî, Şerhu'l-Makâsıd, II, 128).

    Kur'an-ı
    Kerim'de "nebi" yerine "resul" de geçmektedir. Arapçada "irsal"
    kelimesinden alınan "rasul", gönderilen kimse, haberci, elçi anlamına
    gelmektedir. Allah (c.c) tarafından, insanları irşad edip onları doğru
    yola yöneltmek için gönderilmiş olduklarından, peygamberlere, "rüsûl-i
    kirâm, mürselîn" denmiştir (el-Müfredat, Resul mad., Lisanul-Arap,
    Resul maddesi).

    Bu esasa göre; nebi ve resul kelimeleri, aynı
    manaya gelen, arapçada iki (müterâdif) eş anlamlı isimdir.
    Peygamberlere, Allah'dan önemli haber (vahy) aldıkları için "nebi";
    aldıkları haberleri gönderildikleri insanlara bildirdikleri için de
    "resul" denir. Onların en önemli görevi, kendilerine indirilen ilâhî
    vahyi tebliğ etmektir. O halde risaletin manası Allah Teâlâ'nın,
    seçtiği kullarından birini ilâhî hüküm veya şerîatini başkalarına
    tebliğ etmekle mükellef tutmasıdır. Bu kelime, peygamber ile diğer
    insanlar arasındaki alâkayı açıklamaktadır. O da, irsal (gönderilme) ve
    elçilik kavramıdır.

    Bu esasa göre, peygamberlerin iki görevi
    vardır. Bunlardan Allah (c.c) ile özel ilişkisine "nübüvvet";
    insanlarla olan "ilâhî görev" ilişkisine de "risâlet" denmektedir. Nebî
    ve resul kelimeleri bu iki ilişkiyi ifade etmektedir (bk. el-Butî,
    a.g.e., s. 173).

    Çoğunluk Kelam âlimlerine göre ise "resul"
    kelimesi, lugat manası bakımından "nebi" kelimesinden daha geniş ve
    şümullüdür. Çünkü melekler de, ilâhi haberler taşıdıklarından, onlara
    da "İlâhi haberciler" anlamında "resul" denmektedir. Bu görüşte
    olanlara göre, kendisine ilâhî kitab ve müstakil şerîat verilen
    peygamberler "resul" diye anılırlar. Bu bakımdan, her resul aynı
    zamanda bir nebidir. Fakat her nebî, resul değildir. Bunlara göre;
    ikisi arasında, -mantık diliyle"umum-husus-mutlak" ilişkisi vardır.
    Çünkü nebî; tebliğle mükellef olsun olmasın, Allah Teâlâ'dan vahiy
    yoluyla her hangi bir emir alan kimsedir. Eğer o, belli bir şeriatı
    (hukuk sistemini) veya bir Kitabı tebliğ etmekle mükellef tutulursa, o
    peygambere aynı zamanda "resul" denir. Her iki grubun da Kitab ve
    Sünnet'ten delilleri vardır. Sonuç olarak, nebî ve resul şöyle tarif
    edilebilir: "Allah Teâlâ'nın seçtiği ve onu Cibril (a.s.) vasıtasıyla
    (uyanık iken) vahyettiği şeyleri insanların hepsine veya belli bir
    topluluğa Allah'ın emriyle tebliğ eden bir insandır (Nebî ve resul
    kelimelerinin terim anlamı, aralarındaki fark ve deliller için bk.
    et-Taflâzânî, Şerhul-Makâsıd, II/128, el-Cürcanî, Şerhul-Mavâkıf, III,
    173-174; İbnul-Hümam, Şerhul-Müsâyere, 198; Kadı İyâd, eş-Şifâ, I/210;
    ed-Devvânî, Celâl-Şerhul-Akâidi'l-Adudiyye, 3; Mustafa Sabri,
    Mevkiful-Akli vel-İlmi vel Âlem, Kahire 1950, IV/40; el-Bûtî, a.g.e.,
    173).

    Peygamberlere İman ve Önemi

    Kur'an-ı Kerim'de
    zikredilen birçok ayetlere ve Peygamberimiz (s.a.s)'in bazı sahih
    hadislerine göre Allah Teâlâ'nın razı olduğu yegâne hak din olan
    İslâm'da iman esaslarından biri de, Allah (c.c.) tarafından insanları
    irşad ederek onlara doğru yolu göstermek için gönderilen bütün
    peygamberlere iman etmektir. Bu ortak esas, İslâmda iman esasları
    arasında yer alan çok önemli bir rükündür. Çünkü "meleklere" iman
    edilmeden, "İlâhî kitaplara" inanmak mümkün olmadığı gibi, bu kitabları
    insanlara tebliğ etmekle görevli ve sorumlu olan "Peygamberlere" iman
    edilmeden de, mukaddes kitablara iman etmek mümkün değildir.

    Gerçek
    şudur ki; peygamberlik müessesesine inanılmadan din, yani ilâhî emir ve
    yasaklar söz konusu olmaz. Çünkü peygamberler, Allah Teâlâ'nın
    insanları irşad için gönderdiği birer ilâhî elçi olarak kendilerine
    vahyolunan ilâhî hükümleri, emir ve yasakları yalnız tebliğ etmekle
    kalmazlar; aynı zamanda bu hükümleri kendi nefislerinde aynen tatbik
    eder ve günlük hayatımızda fert ve toplum olarak nasıl uygulayacağımızı
    gösterirler. Peygamberler, herkes tarafından takip edilebilecek üstün
    vasıflı, yüksek ahlâklı, kâmil ve örnek insanlardır. Onlar, her hususta
    çok güzel birer örnek oldukları için, insanları kolayca etkiler, onlara
    Allah sevgisi ve O'na imanı aşılar ve peşlerinden sürükleyerek
    hayatlarında esaslı değişiklikler yaparlar. Çünkü nefsi ve aklı ile
    başbaşa olan insanların ıslahı ve doğru yola yöneltilmeleri, ancak yine
    birer insan olan, günahlardan arınmış (masum) peygamberlerin
    önderliğinde başarılabilir. Onun içindir ki, melekler insanlara değil,
    yalnız peygamberlere elçi olarak gönderilmişlerdir: "(Onlara) de ki:
    Eğer yeryüzünde yaşayıp huzur içinde dolaşanlar melekler olsaydı,
    muhakkak Biz, onlara gökten melek bir peygamber indirirdik" (el-İsrâ,
    17/95).

    Kur'an-ı Kerim'in bildirdiğine göre, peygamberlik
    müessesesi ve ilâhî kitaplar Allah Teâlâ'nın insanlara lutfettiği
    manevî bir hediye (mevhibe-i ilâhiyye)dir. Âlemleri yaratan Allah (c.c)
    insanlar ve milletler arasında bir fark gözetmeden, onların her birine
    maddî sayısız nimetler ve çeşitli rızıklar verdiği gibi, ruhî bir gıda,
    manevî bir nimet olarak peygamberlik nimetini de aynı ilâhî esasa göre
    insanlık âlemine ihsan etmiştir. Bu yönden peygamberlik, lutfu ve
    rahmeti sonsuz olan Rabbulâlemin'in bütün dünya milletlerine dağıttığı
    ilâhî bir hediyedir. Madem ki insanlar hidayet yolunu bulmak, hak ve
    adalet üzere kurulan ilâhî nizamı öğrenerek hayatlarında uygulayabilmek
    için Allah (c.c) tarafından seçilerek gönderilen masum (günahsız)
    peygamberlere ve onlara indirilen ilâhî vahye muhtaçtırlar; o halde
    bütün insanların Rabbı, Hâlık ve Râzıkı olan Allah Teâlâ, elbette ki
    kulları arasında ayırım yapmadan, her millete kendi içinden seçtiği
    peygamberler gönderecektir. Nitekim bu husus Kur'an-ı Kerimde şu
    ayetlerle açık olarak beyan edilmiştir: Hiç bir millet yoktur ki, kendi
    içinde (onları Allah azabıyla) korkutan biri (bir peygamber) gelip
    geçmiş olmasın" (el-Fâtır, 35/24), Her milletin bir peygamberi vardır"
    (Yunus,10/47. Ayrıca bkz. en-Nahl 16/36; er-Rum, 30/47; ez-Zuhruf,
    43/6; er-Ra'd 13/8; İbrahim,14/4; el-İsrâ,17/15).

    Bütün
    peygamberler bu yüce görevi eksiksiz olarak yapabilecek ve kendilerine
    vahyolunan ilâhî hükümleri insanlara tebliğ edebilecek kudret ve
    kabiliyette yaratılan mümtaz ve sadık kullar, Allah tarafından seçilen
    ilâhî elçilerdir.

    Kur'an-ı Kerim, müslümanlara, yalnız İslâm
    Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s)'e değil, dünya milletlerine zaman zaman
    gönderilen bütün peygamberlere de inanmayı emretmektedir. el-Bakara
    süresinde; Deyiniz ki biz Allah'a, bizlere indirilen (Kitab)'a;
    İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve oğullarına indirilenlere;
    Rableri tarafından Mûsa ve İsâ ya verilenlere iman ettik. Onları
    biribirinden (peygamber olarak) ayırmayız” (el-Bakara, 2/136)
    buyrulmaktadır. Ayette geçen "nebiyyûn" kelimesi ile, daha önce
    gönderilen diğer peygamberlerin kastedildiği anlaşılmaktadır.

    İşte
    İslâm dini, bütün peygamberlere inanmayı, "iman esasları"ndan ve
    İslamın temel prensiplerinden saymakla (bkz. el-Bakara, 2/177 ve 285,
    en-Nisâ, 4/ 136), hiç bir dinin erişemediği derecede şumullü bir
    insanlık dini olmak vasfını kazanmaktadır. Bütün dünya milletlerine
    hitap etmek suretiyle de, insanları bütün beşeriyeti içerisine alan bir
    kardeşliğe, sulh ve sukûna, saadet ve selâmete davet etmektedir. Bu
    bakımdan, her müslüman icmâlî olarak (kısaca); başta Hz. Muhammed
    (s.a.s) olmak üzere, daha önce gönderilen bütün peygamberlere; tafsili
    olarak da, Kur'an-ı Kerim'de isimleri zikredilen peygamberlerin her
    birine ayrı ayrı iman etmeleri, ayrıca, Allah (c.c) tarafından önceki
    milletlere gönderilen ve adları bildirilmeyen bütün peygamberlere toplu
    olarak iman etmeleri gerekir (el-Bûtî, a.g.e.,186-191; Ali Arslan
    Aydın, en-Nübüvve Fil-Kur'an ve İnde Felasifetil-İslâm, Kahire 1958, s.
    5-9 ve İslâmda İman ve Esasları 6. Baskı, İstanbul 1990, s. 184-187).

    Kur'an-ı
    Kerim'de bildirildiğine göre, bütün insanlık âlemine ve bütün
    milletlere hitab etmek üzere gönderilen peygamber, yalnız Hz. Muhammed
    (s.a.s)'dir. Hz. Muhammed (s.a.s) ilk peygamber Hz. Adem'den itibaren
    zaman zaman çeşitli milletlere gönderilen peygamberlerin en büyüğü ve
    sonuncusudur. O, peygamberler zincirinin son altın halkasıdır,
    Hâtemül-Enbiyâ'dır. O'ndan sonra artık peygamber gönderilmeyecektir.
    Bu, İslâmın ve en son Mukaddes Kitab Kur'an'ın bildirdiği bir
    gerçektir:

    Biz seni, ancak bütün insanlara müjdeci ve (Allah ozabı ile) korkutucu olarak gönderdik" (es-Sebe; 34/28);

    "De
    ki, (Ya Muhammed): Ey insanlar! Ben göklerin ve yerin mülkü olan
    Allah'ın, size, hepinize gönderdiği peygamberiyim" (el-A'raf, 7/158).
    Hz. Muhammed (s.a.s)'den başka hiç bir peygamberin bütün dünya
    milletlerinin hepsine birden gönderildiğine dair ne Kur'an'da, ne de
    başka bir kutsal kitabda açık bir ayet bulunmamaktadır.

    Peygamberlerin
    Adedi ve İsimleri Kur'an-ı Kerim'de her millete mutlaka kendi içinden
    seçilen bir peygamber gönderildiği açıkça beyan edilmiş ise de,
    (el-Fâtır, 35/24; Yunus,10/47; el-İsrâ, 17/15) peygamberlerin adedi ve
    her birinin ismi bildirilmemiştir. Nitekim en-Nisa süresinde (4/ 164)

    "Peygamberlerin
    bir kısmını bundan önce sana haber verdik, bir kısmını ise haber
    vermedik" buyurulmuştur. Gerçi peygamberimizin bir sahih hadisinde yüz
    yirmi dört bin gibi bir sayıdan bahsedilmiş ise de; bu adet kesin
    değildir. Kur'an'da yalnız 25 peygamberin isimleri zikredilmiştir.
    Bunlar, Âdem, İdris, Nûh, Hûd, Sâlih, Lût, İbrahim, İsmail, ishak,
    Yakub, Yusuf, Şuayb, Musa, Harun, Davud, Süleyman, Eyyub, Zülkifl,
    Yünus, İlyas, İlyesa, Zekeriyya, Yahya, İsâ ve Muhammed (s.a.s)
    hazretleridir.

    Ehl-i Sünnete göre; peygamberlerin sayılarını
    tahdid etmemek daha doğrudur. Çünkü sayının tespit edilmesi halinde,
    eğer rakam büyük olursa, gerçekte enbiyadan olmayanların peygamber
    sayılanlar içine katılması; eğer küçük olursa, enbiyadan olanların
    peygamberlerden sayılmaması gibi bir durumla karşı karşıya kahnabilir
    (bkz. et-Taftazânî, Şerhul-Akâidi'n-Nesefıyye ve Havaşîhi, s. 460-465;
    Aliyyul-Korî, Şerhul-Fıkhıl-Ekber, s. 102-104: Abdurrahman el-Cezirî
    Tavdihu'l-Akaid Fi İlmi't-Tevhid s. 136-138).

    Peygamberlerin Sıfatları

    Bütün
    peygamberler Allah Teâlâ tarafından seçilip ilâhî elçiler olarak
    insanlara gönderildiklerine göre, hepsi birbiriyle kardeş gibidirler.
    Onlar bir âiledendir ve bir tek cemaattır: Bütün peygamberler doğru
    sözlü, sâdık, emîn, akıllı, sağlam karakterli, uyanık kalpli, yüksek
    ahlaklı, dünyada ve âhirette itibarlı ve Allah'a en yakın olan sevgili
    kullar, ilahi elçilerdir.

    Onların diğer insanlardan ayn,
    kendilerine ait ortak bazı sıfât ve özellikleri vardır. Bu sıfatlar
    sayesinde yüce yaratıcı ile kulları arasında elçilik yapma liyakatını
    kazanmış olurlar. Allahu Teâlâ şöyle buyurur: "Allah, peygamberliğini
    kime ve nereye vereceğini daha iyi bilir" (el-En'âm, 6/l?4). Bütün
    peygamberlerde ortak olan sıfatları şu beş maddede toplamak mümkündür:
    Emânet, sadakat fetânet, ismet, tebliğ.

    1. Emânet Sözlükte, güvenmek, emin olmak, korkmamak ve güvenilir olmak anlamında bir mastardır.

    Emânet,
    peygamberlerin kudsî görevlerini yerine getirmek hususunda ve her
    konuda emin ve güvenilir olmalarıdır. Bütün peygamberler son derece
    emin, güvenilen dürüst ve seçkin şahsiyetlerdir. Onlardan asla her
    hangi bir hiyânet meydana gelmez. Çünkü, Allah Teâlâ, ilâhî vahyini,
    peygamberlik şeref ve vazifesini hainlere değil, ancak her bakımdan
    emin olan sâdık kullarına verir. Peygamberlerini bu gibi emin, sâdık ve
    dürüst kulları arasından seçer. Şüphe yok ki Allah (c.c) peygamberlik
    derecesine kirnin daha lâyık olduğunu en iyi bilendir.

    Kur'an-ı
    Kerim'de, geçmiş peygamberlerin emânet sıfatlarından söz eden ayetler
    vardır: Hûd peygamber, kavmine şöyle demişti: "Size Rabbimin
    vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve ben sizin için güvenilir bir
    nasihatçıyım" (el-A'raf, 7/68). eş-Şuarâ Suresi'nde Nuh, Hûd. Salih,
    Lut ve Şuayb peygamberlerin kavimlerine, "Şüphesiz ben, size gönderilen
    emîn bir peygamberim" dedikleri zikredilir (bkz. 26/108, 125, 143, 162,
    178).

    Peygamber olmadan önce Hz. Musa için Şuayb
    aleyhisselâmın iki kızından biri şöyle demiştir: "Babacığım, onu
    ücretle çalıştır. Çünkü o, ücretle tuttuklarının en hayırlısı, güçlü ve
    güvenilir bir adamdır" (el-Kasas, 28/26). Hz. Musa, Medyen'den Mısır'a
    peygamber olarak dönünce Firavun'un kavmine şöyle demişti: "Allah'ın
    kullarını bana bırakın. Çünkü ben size gönderilmiş emîn bir
    peygamberim" (ed-Duhân, 44/18).

      Forum Saati C.tesi Kas. 23, 2024 7:04 am