Hz.
Muhammed de gerek peygamberlikten önce ve gerekse peygamberliği
sırasında toplum içinde en güvenilir bir üstün kişiliğe sahipti. Bu
yüzden Mekke'de Kureyş toplumu ona "el-Emîn" lakabını takmışlardı.
Nitekim peygamber olmadan beş yıl önce yapılan Kâbe tamiri sırasında
Hacerul-esved'in yerine konulması şerefini paylaşamayan, Kureyşliler
arasında, çatışmaya varabilecek bir anlaşmazlık çıkmıştı. Bu arada Ebû
Ümeyye Velid b. Muğîre'nin, "Şu kapıdan ilk mescide girecek olanı hakem
yapınız" teklifi kabul edildi. Biraz sonra, belirtilen Benü Şeybe
kapısından 35 yaşlarındaki Hz. Muhammed'in girdiği görüldü. Kureyşliler
topluca "İşte el-Emîn, güvenilir kimse, onun hakemliğine razıyız"
dediler (İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, Beyrut 1391, I, 209; İbn Sa'd,
Tabakât, I, 146; Abdurrazzâk, el-Musannef, V, 319; İbnül-Esîr,
el-Kâmil, Beyrut 1385/1965, II, 45; Taberî, Tarih, Mısır 1.326, II,
201).
2- Sıdk Sıfatı: Sıdk, peygamberlerin, ilâhî hükümleri,
emir ve yasakları insanlara tebliğde ve verdikleri her türlü haberde
doğru sözlü, sadık olmalarıdır. Peygamberlerin yalan söylemeleri (kizb)
asla caiz değildir. Aksi halde, insanları kendilerine inandırmaları ve
onları irşad ederek doğru yola sevketmeleri mümkün olmaz. Çünkü yalan
söylemek, büyük bir günah olduğundan, pey'gamberlerin "ismet" ve
"emanet" sıfatlarıyla bağdaşmaz. Oysa Allah Teâlâ onların peygamberlik
iddialarını tasdik etmek için her birine "Mucizeler" veriyor ve onunla
adeta, "Kulum, peygamberlik iddiasında ve bendendir diye
bildirdiklerinde sadıktır" diyor. Hak Teâlâ'nın yalancıları tasdik
etmesi aklen mümkün olmadığına göre, peygamberlerin sıdk (doğruluk)
sıfatı ile vasıflanmaları vâcib; yalan söylemeleri ise imkânsızdır.
Kur'an-ı
Kerim'de Allah, peygamberlerini doğruluk vasıflarıyla methetmiştir: "Ey
Muhammed! İnsanlara Kur'an'daki İbrahim kıssasını anlat. Şüphesiz ki o,
özü sözü doğru, sıddîk bir peygamberdi" (Meryem, 19/41);
"Kitapta
İdris'i de zikret. Çünkü o, çok doğru bir rıebî idi" (Meryem, 19/55);
Hiç bir peygambere kavmi; "biz seni daha önce yalancı tanıyorduk"
diyememiştir.
Peygamberlerin emânet sıfatı, onların diğer
insanlarla münasebetlerinde güvenilir olmaları yanında; asıl vahiy
üzerinde emîn olmayı, Allah'ın emir ve yasaklarını insanlara
değiştirmeden, arttırıp-eksiltmeden tebliğ etmesidir. Kur'an'da, "O
Peygamberler Allah'ın gönderdiklerini tebliğ ederler, O'ndan korkarlar
ve O'ndan başka hiç bir kimseden korkmazlardı. Hesap görücü olarak
Allah yeter" (el-Ahzâb, 33/39) buyurulur. Bir peygamberin emânete
hıyânet etmesi, O'nun kutsal görevi ile bağdaşmaz. "Bir peygamber için
emânete hıyânet etmek olur şey değildir” (Âl-i İmrân, 3/161)
3- Fetânet Sıfatı
Fetânet,
peygamberlerin üstün bir akıl ve zekâya, kuvvetli bir hâfıza ve yüksek
bir ikna gücüne sahip olmalarıdır. Her peygamberin, şerefli ve yüce
olduğu kadar da ağır ve çok mesuliyetli olan peygamberlik görevini
eksiksiz ve mükemmel bir şekilde yerine getirebilmesi için, böyle üstün
bir zekâya ve yüksek vasıf ve yeteneklere sahip olması gerekir. Aksi
halde, gönderildikleri milletlere karşı kuvvetli hüccet (kesin delil)
ikame edemez, onları ikna veya ilzam işin gerekli güzel mücadeleyi
yapamazlar; kendilerine inananları irşad ederek onları hak ve hidayete
sevkedemezler.
O halde peygamberler, en akıllı, en zeki ve en
kaabiliyetli mümtaz şahsiyetlerdir. Haklarında zayıf akıl ve zayıf
hâfıza, delilik ve gaflet gibi noksan sıfatlar asla caiz değildir.
Kur'an'da peygamberlerin üstün zekâ ve kabiliyetlerine işaret eden ayetler vardır:
"Kur'an
vahyedilirken, henüz bitmeden okumaya kalkma. Rabbim ilmimi artır, de"
(Tâhâ, 20/114); "Ey Muhammed, Cebrâil sana Kur'an'ı okurken, acele
ederek onunla birlikte dilini oynatma. Onu bir araya toplamak ve
okutmak şüphesiz bizim işimizdir" (Kıyâme, 75/16-17). Vahyin gelişi
sırasında ezberlemek işin dilini Kur'an'la hareket ettirmesi onun
fetânet ve zekâsındandır. Yine vahiy tamamlanmadan önce, ayetleri
yeniden okumak için acele etmesi, peygamberin zekâ olgunluğunu
gösterir. Çünkü O, böylece, zaten Cenab-ı Hakkın yardımı sayesinde
hâfızasına yerleşecek olan vahyi, kendi zekâ gücü ile ezberinde tutmaya
çalışmaktadır.
4- İsmet Sıfatı
İsmet, peygamberlerin
gizli ve aşikâr her türlü masiyetten, günahtan ve peygamberlik
şerefiyle bağdaşmayacak hareketlerden uzak bulunmalarıdır. İsmet'in,
yani nezâhet ve mâsumiyetin zıddı olan, her türlü günah ve âdi
davranışlar, peygamberler hakkında muhaldir. Çünkü, eğer peygamberlerin
günâh ve suç işlemeleri veya ismet ve nezahete yaraşmayan uygunsuz
hareketler yapmâları onlar hakkında caiz olsaydı, biz insanların da
onlara uyarak çirkin şeyler yapmamız normal karşılanır ve günah
sayılmazdı. Zira peygamberler bizim uymamız gereken güzel
örneklerimizdir. Bu bakımdan, peygamberlere uymak ve onlara itaatla
emredildik. Halbuki Allah Teâlâ, kullarına günah işlemeyi ve
günahkârlara itaatı emretmez ve bu gibileri peygamber olarak seçip
göndermez. Bu sebeble, Ehl-i sünnete göre; peygamberler asla büyük
günah işlemezler. Sehven (yanılarak) "zelle" cinsinden küçük günah
işlemeleri caizdir. Ancak, bunda ısrar etmezler, derhal ikaz edilirler
ve bir daha aynı hataya düşmezler.
İsmet'in peygamberlerde
bulunması gereken bir sıfat olduğunda, tüm İslâm bilginleri görüş
birliği işindedir. Ancak niteliği ve kapsamı üzerinde han görüş
ayrılıkları mevcuttur.
Maturidilere göre, peygamberin günahtan
korunmuş olması, onu tâate zorlamadığı gibi; günah işlemekten de aciz
bırakmaz. Ancak ismet, Allah'ın bir lütfu olup, peygamberi hayır
yapmaya sevkeder, kötülükten de alıkor. Fakat ilâhi imtihanın
gerçekleşmesi için onda yine de irâde mevcuttur (Sabunî, el-Bidâye,
terc. Bekir Topaloğlu, Ankara 1979, s. 121-122). İsmet, peygamberler
iğin gerekli bir sıfattır. Çünkü peygamberlerin günah işlemeleri, yalan
söylemeleri caiz olsaydı; verdikleri haberlerin doğruluğuna
güvenilmezdi. Bu durum, onların Allâh'ın hucceti olma özelliklerine
gölge düşürürdü.
Peygamberlerden günah (fısk) sâdır olsaydı,
bu onların şâhitlik ehliyetini ortadan kaldırırdı. Kur'an'da: "Ey iman
edenler! Size bir fâsık haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın"
(Hucurat, 49/6) buyurulur. Yüce Allah fâsığın şehâdetini kabulde
tedbirli olmayı ve duraksamaya emrediyor. Peygamberden fıskın sudûru
halinde dünyadaki şahitliği düşünce; ahiretteki ümmetine olan şahitliği
de düşer. Halbuki Kur'an'da, "Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki,
insanlara şâhit olasınız. Peygamber de size şâhit olsun " (el-Bakara,
2/ 143). Kıyamette şâhitliği bildirilen kimsenin, dünya şâhitiği de
teyid edilmiş olmaktadır (er-Râzî, İsmetü'l-Enbiyâ, Kahire 1986, s.
41-42; Mefatih'ul Gayb, III, .
Peygamberler iyiliği emir ve
kötülükten sakındırmaya çalışırlar. Kendileri tâatı terkedip, masıyeti
işleselerdi, şu ayetlerin muhatabı olurlardı:
"İnsanlara
iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz?" (el-Bakara, 2/44); "Ey
insanlar, niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz! Yapamayacağınız şeyi
söylemek Allah nezdinde en sevilmeyen bir şeydir" (es-Sâf, 61/2-3).
Diğer yandan, uyanlarının onları kötülükten menetmeleri gerekirdi ki
bu, peygambere karşı bir zorlama ve eziyet olurdu. Kur'an'da bu
yasaklanmıştır. "Allâh ve Resulüne eziyet edenleri, o, dünya ve
ahirette lanetledi" (el-Ahzâb, 33/23; er-Râzî, Mefâtihu'l-Gayb, III, 8;
İsmetü'l E'nbiyâ, s. 42, 43).
Ehl-i sünnete göre,
peygamberlerin masum oluşu vahiyden sonra sabittir. Kur'an-ı Kerim'de
bazı peygamber kıssaları anlatılırken, onların günah işlediklerini
düşündüren örneklere rastlanır. Hz. Adem'in cennette yasak meyveyi
yemesi (el-Bakara, 2/35-37; el-A 'râf. 7/20, 21, 23); Nuh aleyhiselâmın
iman etmeyen oğlunu gemiye almak iğin duâ etmesi (Hud, 11/45-47); Hz.
İbrahim'in putları kendi kırdığı halde, kavmine kimin kırdığını büyük
puttan sormalarını istemesi (el-Enbiyâ, 21/57, 62, 63); Hz. Lût'un eş
cinsel erkeklere kendi toplumunun kızlarını teklif etmesi (Hud,
11/77-79); Hz. Musa'nın bir şahsın ölümüne sebep olması (Kasas, 28/15);
Hz. Yunus'un kavmini izinsiz terketmesi (el-Enbiyâ, 21 /87-88); Hz.
Davud'un davacıyı dinleyip davalıyı dinlemeden davacı lehine hüküm
vermesi (Sâd, 38/21-25); Hz. Muhammed'in kâfirlerin reislerini İslâm'a
davet ettiği sırada gelip, soru soran ve bir ama olan Abdullah b. Ümmü
Mektûm'a yüzünü buruşturması ve sırtını dönmesi (Abese, 80/1-12) örnek
verilebilir. Ancak bu ve benzeri peygamber kıssalarında görülen
hallerin bazıları ya peygamberlikten önceye aittir veya bunlarla ilgili
nakiller muteber değildir. Bazıları da peygamberlerin şanına yakışacak
biçimde açıklanmıştır. Çünkü eğer peygamberlerin günah işlemesi mümkün
olsaydı, onların sözüne güvenilmez ve böylece ilâhî huccet gerçekleşmiş
olmazdı.
Muhammed de gerek peygamberlikten önce ve gerekse peygamberliği
sırasında toplum içinde en güvenilir bir üstün kişiliğe sahipti. Bu
yüzden Mekke'de Kureyş toplumu ona "el-Emîn" lakabını takmışlardı.
Nitekim peygamber olmadan beş yıl önce yapılan Kâbe tamiri sırasında
Hacerul-esved'in yerine konulması şerefini paylaşamayan, Kureyşliler
arasında, çatışmaya varabilecek bir anlaşmazlık çıkmıştı. Bu arada Ebû
Ümeyye Velid b. Muğîre'nin, "Şu kapıdan ilk mescide girecek olanı hakem
yapınız" teklifi kabul edildi. Biraz sonra, belirtilen Benü Şeybe
kapısından 35 yaşlarındaki Hz. Muhammed'in girdiği görüldü. Kureyşliler
topluca "İşte el-Emîn, güvenilir kimse, onun hakemliğine razıyız"
dediler (İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, Beyrut 1391, I, 209; İbn Sa'd,
Tabakât, I, 146; Abdurrazzâk, el-Musannef, V, 319; İbnül-Esîr,
el-Kâmil, Beyrut 1385/1965, II, 45; Taberî, Tarih, Mısır 1.326, II,
201).
2- Sıdk Sıfatı: Sıdk, peygamberlerin, ilâhî hükümleri,
emir ve yasakları insanlara tebliğde ve verdikleri her türlü haberde
doğru sözlü, sadık olmalarıdır. Peygamberlerin yalan söylemeleri (kizb)
asla caiz değildir. Aksi halde, insanları kendilerine inandırmaları ve
onları irşad ederek doğru yola sevketmeleri mümkün olmaz. Çünkü yalan
söylemek, büyük bir günah olduğundan, pey'gamberlerin "ismet" ve
"emanet" sıfatlarıyla bağdaşmaz. Oysa Allah Teâlâ onların peygamberlik
iddialarını tasdik etmek için her birine "Mucizeler" veriyor ve onunla
adeta, "Kulum, peygamberlik iddiasında ve bendendir diye
bildirdiklerinde sadıktır" diyor. Hak Teâlâ'nın yalancıları tasdik
etmesi aklen mümkün olmadığına göre, peygamberlerin sıdk (doğruluk)
sıfatı ile vasıflanmaları vâcib; yalan söylemeleri ise imkânsızdır.
Kur'an-ı
Kerim'de Allah, peygamberlerini doğruluk vasıflarıyla methetmiştir: "Ey
Muhammed! İnsanlara Kur'an'daki İbrahim kıssasını anlat. Şüphesiz ki o,
özü sözü doğru, sıddîk bir peygamberdi" (Meryem, 19/41);
"Kitapta
İdris'i de zikret. Çünkü o, çok doğru bir rıebî idi" (Meryem, 19/55);
Hiç bir peygambere kavmi; "biz seni daha önce yalancı tanıyorduk"
diyememiştir.
Peygamberlerin emânet sıfatı, onların diğer
insanlarla münasebetlerinde güvenilir olmaları yanında; asıl vahiy
üzerinde emîn olmayı, Allah'ın emir ve yasaklarını insanlara
değiştirmeden, arttırıp-eksiltmeden tebliğ etmesidir. Kur'an'da, "O
Peygamberler Allah'ın gönderdiklerini tebliğ ederler, O'ndan korkarlar
ve O'ndan başka hiç bir kimseden korkmazlardı. Hesap görücü olarak
Allah yeter" (el-Ahzâb, 33/39) buyurulur. Bir peygamberin emânete
hıyânet etmesi, O'nun kutsal görevi ile bağdaşmaz. "Bir peygamber için
emânete hıyânet etmek olur şey değildir” (Âl-i İmrân, 3/161)
3- Fetânet Sıfatı
Fetânet,
peygamberlerin üstün bir akıl ve zekâya, kuvvetli bir hâfıza ve yüksek
bir ikna gücüne sahip olmalarıdır. Her peygamberin, şerefli ve yüce
olduğu kadar da ağır ve çok mesuliyetli olan peygamberlik görevini
eksiksiz ve mükemmel bir şekilde yerine getirebilmesi için, böyle üstün
bir zekâya ve yüksek vasıf ve yeteneklere sahip olması gerekir. Aksi
halde, gönderildikleri milletlere karşı kuvvetli hüccet (kesin delil)
ikame edemez, onları ikna veya ilzam işin gerekli güzel mücadeleyi
yapamazlar; kendilerine inananları irşad ederek onları hak ve hidayete
sevkedemezler.
O halde peygamberler, en akıllı, en zeki ve en
kaabiliyetli mümtaz şahsiyetlerdir. Haklarında zayıf akıl ve zayıf
hâfıza, delilik ve gaflet gibi noksan sıfatlar asla caiz değildir.
Kur'an'da peygamberlerin üstün zekâ ve kabiliyetlerine işaret eden ayetler vardır:
"Kur'an
vahyedilirken, henüz bitmeden okumaya kalkma. Rabbim ilmimi artır, de"
(Tâhâ, 20/114); "Ey Muhammed, Cebrâil sana Kur'an'ı okurken, acele
ederek onunla birlikte dilini oynatma. Onu bir araya toplamak ve
okutmak şüphesiz bizim işimizdir" (Kıyâme, 75/16-17). Vahyin gelişi
sırasında ezberlemek işin dilini Kur'an'la hareket ettirmesi onun
fetânet ve zekâsındandır. Yine vahiy tamamlanmadan önce, ayetleri
yeniden okumak için acele etmesi, peygamberin zekâ olgunluğunu
gösterir. Çünkü O, böylece, zaten Cenab-ı Hakkın yardımı sayesinde
hâfızasına yerleşecek olan vahyi, kendi zekâ gücü ile ezberinde tutmaya
çalışmaktadır.
4- İsmet Sıfatı
İsmet, peygamberlerin
gizli ve aşikâr her türlü masiyetten, günahtan ve peygamberlik
şerefiyle bağdaşmayacak hareketlerden uzak bulunmalarıdır. İsmet'in,
yani nezâhet ve mâsumiyetin zıddı olan, her türlü günah ve âdi
davranışlar, peygamberler hakkında muhaldir. Çünkü, eğer peygamberlerin
günâh ve suç işlemeleri veya ismet ve nezahete yaraşmayan uygunsuz
hareketler yapmâları onlar hakkında caiz olsaydı, biz insanların da
onlara uyarak çirkin şeyler yapmamız normal karşılanır ve günah
sayılmazdı. Zira peygamberler bizim uymamız gereken güzel
örneklerimizdir. Bu bakımdan, peygamberlere uymak ve onlara itaatla
emredildik. Halbuki Allah Teâlâ, kullarına günah işlemeyi ve
günahkârlara itaatı emretmez ve bu gibileri peygamber olarak seçip
göndermez. Bu sebeble, Ehl-i sünnete göre; peygamberler asla büyük
günah işlemezler. Sehven (yanılarak) "zelle" cinsinden küçük günah
işlemeleri caizdir. Ancak, bunda ısrar etmezler, derhal ikaz edilirler
ve bir daha aynı hataya düşmezler.
İsmet'in peygamberlerde
bulunması gereken bir sıfat olduğunda, tüm İslâm bilginleri görüş
birliği işindedir. Ancak niteliği ve kapsamı üzerinde han görüş
ayrılıkları mevcuttur.
Maturidilere göre, peygamberin günahtan
korunmuş olması, onu tâate zorlamadığı gibi; günah işlemekten de aciz
bırakmaz. Ancak ismet, Allah'ın bir lütfu olup, peygamberi hayır
yapmaya sevkeder, kötülükten de alıkor. Fakat ilâhi imtihanın
gerçekleşmesi için onda yine de irâde mevcuttur (Sabunî, el-Bidâye,
terc. Bekir Topaloğlu, Ankara 1979, s. 121-122). İsmet, peygamberler
iğin gerekli bir sıfattır. Çünkü peygamberlerin günah işlemeleri, yalan
söylemeleri caiz olsaydı; verdikleri haberlerin doğruluğuna
güvenilmezdi. Bu durum, onların Allâh'ın hucceti olma özelliklerine
gölge düşürürdü.
Peygamberlerden günah (fısk) sâdır olsaydı,
bu onların şâhitlik ehliyetini ortadan kaldırırdı. Kur'an'da: "Ey iman
edenler! Size bir fâsık haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın"
(Hucurat, 49/6) buyurulur. Yüce Allah fâsığın şehâdetini kabulde
tedbirli olmayı ve duraksamaya emrediyor. Peygamberden fıskın sudûru
halinde dünyadaki şahitliği düşünce; ahiretteki ümmetine olan şahitliği
de düşer. Halbuki Kur'an'da, "Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki,
insanlara şâhit olasınız. Peygamber de size şâhit olsun " (el-Bakara,
2/ 143). Kıyamette şâhitliği bildirilen kimsenin, dünya şâhitiği de
teyid edilmiş olmaktadır (er-Râzî, İsmetü'l-Enbiyâ, Kahire 1986, s.
41-42; Mefatih'ul Gayb, III, .
Peygamberler iyiliği emir ve
kötülükten sakındırmaya çalışırlar. Kendileri tâatı terkedip, masıyeti
işleselerdi, şu ayetlerin muhatabı olurlardı:
"İnsanlara
iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz?" (el-Bakara, 2/44); "Ey
insanlar, niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz! Yapamayacağınız şeyi
söylemek Allah nezdinde en sevilmeyen bir şeydir" (es-Sâf, 61/2-3).
Diğer yandan, uyanlarının onları kötülükten menetmeleri gerekirdi ki
bu, peygambere karşı bir zorlama ve eziyet olurdu. Kur'an'da bu
yasaklanmıştır. "Allâh ve Resulüne eziyet edenleri, o, dünya ve
ahirette lanetledi" (el-Ahzâb, 33/23; er-Râzî, Mefâtihu'l-Gayb, III, 8;
İsmetü'l E'nbiyâ, s. 42, 43).
Ehl-i sünnete göre,
peygamberlerin masum oluşu vahiyden sonra sabittir. Kur'an-ı Kerim'de
bazı peygamber kıssaları anlatılırken, onların günah işlediklerini
düşündüren örneklere rastlanır. Hz. Adem'in cennette yasak meyveyi
yemesi (el-Bakara, 2/35-37; el-A 'râf. 7/20, 21, 23); Nuh aleyhiselâmın
iman etmeyen oğlunu gemiye almak iğin duâ etmesi (Hud, 11/45-47); Hz.
İbrahim'in putları kendi kırdığı halde, kavmine kimin kırdığını büyük
puttan sormalarını istemesi (el-Enbiyâ, 21/57, 62, 63); Hz. Lût'un eş
cinsel erkeklere kendi toplumunun kızlarını teklif etmesi (Hud,
11/77-79); Hz. Musa'nın bir şahsın ölümüne sebep olması (Kasas, 28/15);
Hz. Yunus'un kavmini izinsiz terketmesi (el-Enbiyâ, 21 /87-88); Hz.
Davud'un davacıyı dinleyip davalıyı dinlemeden davacı lehine hüküm
vermesi (Sâd, 38/21-25); Hz. Muhammed'in kâfirlerin reislerini İslâm'a
davet ettiği sırada gelip, soru soran ve bir ama olan Abdullah b. Ümmü
Mektûm'a yüzünü buruşturması ve sırtını dönmesi (Abese, 80/1-12) örnek
verilebilir. Ancak bu ve benzeri peygamber kıssalarında görülen
hallerin bazıları ya peygamberlikten önceye aittir veya bunlarla ilgili
nakiller muteber değildir. Bazıları da peygamberlerin şanına yakışacak
biçimde açıklanmıştır. Çünkü eğer peygamberlerin günah işlemesi mümkün
olsaydı, onların sözüne güvenilmez ve böylece ilâhî huccet gerçekleşmiş
olmazdı.