Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    PEYGAMBER, PEYGAMBERLİK (2)

    FIRTINA
    FIRTINA
    Moderatör


    Mesaj Sayısı : 3752
    Doğum tarihi : 09/08/69
    Kayıt tarihi : 08/12/09
    Tecrübe Puanı : 24
    Yaş : 55
    Ülke : Almanya

    PEYGAMBER, PEYGAMBERLİK (2) Empty PEYGAMBER, PEYGAMBERLİK (2)

    Mesaj tarafından FIRTINA C.tesi Ara. 19, 2009 1:28 am

    Hz.
    Muhammed de gerek peygamberlikten önce ve gerekse peygamberliği
    sırasında toplum içinde en güvenilir bir üstün kişiliğe sahipti. Bu
    yüzden Mekke'de Kureyş toplumu ona "el-Emîn" lakabını takmışlardı.
    Nitekim peygamber olmadan beş yıl önce yapılan Kâbe tamiri sırasında
    Hacerul-esved'in yerine konulması şerefini paylaşamayan, Kureyşliler
    arasında, çatışmaya varabilecek bir anlaşmazlık çıkmıştı. Bu arada Ebû
    Ümeyye Velid b. Muğîre'nin, "Şu kapıdan ilk mescide girecek olanı hakem
    yapınız" teklifi kabul edildi. Biraz sonra, belirtilen Benü Şeybe
    kapısından 35 yaşlarındaki Hz. Muhammed'in girdiği görüldü. Kureyşliler
    topluca "İşte el-Emîn, güvenilir kimse, onun hakemliğine razıyız"
    dediler (İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, Beyrut 1391, I, 209; İbn Sa'd,
    Tabakât, I, 146; Abdurrazzâk, el-Musannef, V, 319; İbnül-Esîr,
    el-Kâmil, Beyrut 1385/1965, II, 45; Taberî, Tarih, Mısır 1.326, II,
    201).

    2- Sıdk Sıfatı: Sıdk, peygamberlerin, ilâhî hükümleri,
    emir ve yasakları insanlara tebliğde ve verdikleri her türlü haberde
    doğru sözlü, sadık olmalarıdır. Peygamberlerin yalan söylemeleri (kizb)
    asla caiz değildir. Aksi halde, insanları kendilerine inandırmaları ve
    onları irşad ederek doğru yola sevketmeleri mümkün olmaz. Çünkü yalan
    söylemek, büyük bir günah olduğundan, pey'gamberlerin "ismet" ve
    "emanet" sıfatlarıyla bağdaşmaz. Oysa Allah Teâlâ onların peygamberlik
    iddialarını tasdik etmek için her birine "Mucizeler" veriyor ve onunla
    adeta, "Kulum, peygamberlik iddiasında ve bendendir diye
    bildirdiklerinde sadıktır" diyor. Hak Teâlâ'nın yalancıları tasdik
    etmesi aklen mümkün olmadığına göre, peygamberlerin sıdk (doğruluk)
    sıfatı ile vasıflanmaları vâcib; yalan söylemeleri ise imkânsızdır.

    Kur'an-ı
    Kerim'de Allah, peygamberlerini doğruluk vasıflarıyla methetmiştir: "Ey
    Muhammed! İnsanlara Kur'an'daki İbrahim kıssasını anlat. Şüphesiz ki o,
    özü sözü doğru, sıddîk bir peygamberdi" (Meryem, 19/41);

    "Kitapta
    İdris'i de zikret. Çünkü o, çok doğru bir rıebî idi" (Meryem, 19/55);
    Hiç bir peygambere kavmi; "biz seni daha önce yalancı tanıyorduk"
    diyememiştir.

    Peygamberlerin emânet sıfatı, onların diğer
    insanlarla münasebetlerinde güvenilir olmaları yanında; asıl vahiy
    üzerinde emîn olmayı, Allah'ın emir ve yasaklarını insanlara
    değiştirmeden, arttırıp-eksiltmeden tebliğ etmesidir. Kur'an'da, "O
    Peygamberler Allah'ın gönderdiklerini tebliğ ederler, O'ndan korkarlar
    ve O'ndan başka hiç bir kimseden korkmazlardı. Hesap görücü olarak
    Allah yeter" (el-Ahzâb, 33/39) buyurulur. Bir peygamberin emânete
    hıyânet etmesi, O'nun kutsal görevi ile bağdaşmaz. "Bir peygamber için
    emânete hıyânet etmek olur şey değildir” (Âl-i İmrân, 3/161)

    3- Fetânet Sıfatı

    Fetânet,
    peygamberlerin üstün bir akıl ve zekâya, kuvvetli bir hâfıza ve yüksek
    bir ikna gücüne sahip olmalarıdır. Her peygamberin, şerefli ve yüce
    olduğu kadar da ağır ve çok mesuliyetli olan peygamberlik görevini
    eksiksiz ve mükemmel bir şekilde yerine getirebilmesi için, böyle üstün
    bir zekâya ve yüksek vasıf ve yeteneklere sahip olması gerekir. Aksi
    halde, gönderildikleri milletlere karşı kuvvetli hüccet (kesin delil)
    ikame edemez, onları ikna veya ilzam işin gerekli güzel mücadeleyi
    yapamazlar; kendilerine inananları irşad ederek onları hak ve hidayete
    sevkedemezler.

    O halde peygamberler, en akıllı, en zeki ve en
    kaabiliyetli mümtaz şahsiyetlerdir. Haklarında zayıf akıl ve zayıf
    hâfıza, delilik ve gaflet gibi noksan sıfatlar asla caiz değildir.

    Kur'an'da peygamberlerin üstün zekâ ve kabiliyetlerine işaret eden ayetler vardır:

    "Kur'an
    vahyedilirken, henüz bitmeden okumaya kalkma. Rabbim ilmimi artır, de"
    (Tâhâ, 20/114); "Ey Muhammed, Cebrâil sana Kur'an'ı okurken, acele
    ederek onunla birlikte dilini oynatma. Onu bir araya toplamak ve
    okutmak şüphesiz bizim işimizdir" (Kıyâme, 75/16-17). Vahyin gelişi
    sırasında ezberlemek işin dilini Kur'an'la hareket ettirmesi onun
    fetânet ve zekâsındandır. Yine vahiy tamamlanmadan önce, ayetleri
    yeniden okumak için acele etmesi, peygamberin zekâ olgunluğunu
    gösterir. Çünkü O, böylece, zaten Cenab-ı Hakkın yardımı sayesinde
    hâfızasına yerleşecek olan vahyi, kendi zekâ gücü ile ezberinde tutmaya
    çalışmaktadır.

    4- İsmet Sıfatı

    İsmet, peygamberlerin
    gizli ve aşikâr her türlü masiyetten, günahtan ve peygamberlik
    şerefiyle bağdaşmayacak hareketlerden uzak bulunmalarıdır. İsmet'in,
    yani nezâhet ve mâsumiyetin zıddı olan, her türlü günah ve âdi
    davranışlar, peygamberler hakkında muhaldir. Çünkü, eğer peygamberlerin
    günâh ve suç işlemeleri veya ismet ve nezahete yaraşmayan uygunsuz
    hareketler yapmâları onlar hakkında caiz olsaydı, biz insanların da
    onlara uyarak çirkin şeyler yapmamız normal karşılanır ve günah
    sayılmazdı. Zira peygamberler bizim uymamız gereken güzel
    örneklerimizdir. Bu bakımdan, peygamberlere uymak ve onlara itaatla
    emredildik. Halbuki Allah Teâlâ, kullarına günah işlemeyi ve
    günahkârlara itaatı emretmez ve bu gibileri peygamber olarak seçip
    göndermez. Bu sebeble, Ehl-i sünnete göre; peygamberler asla büyük
    günah işlemezler. Sehven (yanılarak) "zelle" cinsinden küçük günah
    işlemeleri caizdir. Ancak, bunda ısrar etmezler, derhal ikaz edilirler
    ve bir daha aynı hataya düşmezler.

    İsmet'in peygamberlerde
    bulunması gereken bir sıfat olduğunda, tüm İslâm bilginleri görüş
    birliği işindedir. Ancak niteliği ve kapsamı üzerinde han görüş
    ayrılıkları mevcuttur.

    Maturidilere göre, peygamberin günahtan
    korunmuş olması, onu tâate zorlamadığı gibi; günah işlemekten de aciz
    bırakmaz. Ancak ismet, Allah'ın bir lütfu olup, peygamberi hayır
    yapmaya sevkeder, kötülükten de alıkor. Fakat ilâhi imtihanın
    gerçekleşmesi için onda yine de irâde mevcuttur (Sabunî, el-Bidâye,
    terc. Bekir Topaloğlu, Ankara 1979, s. 121-122). İsmet, peygamberler
    iğin gerekli bir sıfattır. Çünkü peygamberlerin günah işlemeleri, yalan
    söylemeleri caiz olsaydı; verdikleri haberlerin doğruluğuna
    güvenilmezdi. Bu durum, onların Allâh'ın hucceti olma özelliklerine
    gölge düşürürdü.

    Peygamberlerden günah (fısk) sâdır olsaydı,
    bu onların şâhitlik ehliyetini ortadan kaldırırdı. Kur'an'da: "Ey iman
    edenler! Size bir fâsık haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın"
    (Hucurat, 49/6) buyurulur. Yüce Allah fâsığın şehâdetini kabulde
    tedbirli olmayı ve duraksamaya emrediyor. Peygamberden fıskın sudûru
    halinde dünyadaki şahitliği düşünce; ahiretteki ümmetine olan şahitliği
    de düşer. Halbuki Kur'an'da, "Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki,
    insanlara şâhit olasınız. Peygamber de size şâhit olsun " (el-Bakara,
    2/ 143). Kıyamette şâhitliği bildirilen kimsenin, dünya şâhitiği de
    teyid edilmiş olmaktadır (er-Râzî, İsmetü'l-Enbiyâ, Kahire 1986, s.
    41-42; Mefatih'ul Gayb, III, Cool.

    Peygamberler iyiliği emir ve
    kötülükten sakındırmaya çalışırlar. Kendileri tâatı terkedip, masıyeti
    işleselerdi, şu ayetlerin muhatabı olurlardı:

    "İnsanlara
    iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz?" (el-Bakara, 2/44); "Ey
    insanlar, niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz! Yapamayacağınız şeyi
    söylemek Allah nezdinde en sevilmeyen bir şeydir" (es-Sâf, 61/2-3).
    Diğer yandan, uyanlarının onları kötülükten menetmeleri gerekirdi ki
    bu, peygambere karşı bir zorlama ve eziyet olurdu. Kur'an'da bu
    yasaklanmıştır. "Allâh ve Resulüne eziyet edenleri, o, dünya ve
    ahirette lanetledi" (el-Ahzâb, 33/23; er-Râzî, Mefâtihu'l-Gayb, III, 8;
    İsmetü'l E'nbiyâ, s. 42, 43).

    Ehl-i sünnete göre,
    peygamberlerin masum oluşu vahiyden sonra sabittir. Kur'an-ı Kerim'de
    bazı peygamber kıssaları anlatılırken, onların günah işlediklerini
    düşündüren örneklere rastlanır. Hz. Adem'in cennette yasak meyveyi
    yemesi (el-Bakara, 2/35-37; el-A 'râf. 7/20, 21, 23); Nuh aleyhiselâmın
    iman etmeyen oğlunu gemiye almak iğin duâ etmesi (Hud, 11/45-47); Hz.
    İbrahim'in putları kendi kırdığı halde, kavmine kimin kırdığını büyük
    puttan sormalarını istemesi (el-Enbiyâ, 21/57, 62, 63); Hz. Lût'un eş
    cinsel erkeklere kendi toplumunun kızlarını teklif etmesi (Hud,
    11/77-79); Hz. Musa'nın bir şahsın ölümüne sebep olması (Kasas, 28/15);
    Hz. Yunus'un kavmini izinsiz terketmesi (el-Enbiyâ, 21 /87-88); Hz.
    Davud'un davacıyı dinleyip davalıyı dinlemeden davacı lehine hüküm
    vermesi (Sâd, 38/21-25); Hz. Muhammed'in kâfirlerin reislerini İslâm'a
    davet ettiği sırada gelip, soru soran ve bir ama olan Abdullah b. Ümmü
    Mektûm'a yüzünü buruşturması ve sırtını dönmesi (Abese, 80/1-12) örnek
    verilebilir. Ancak bu ve benzeri peygamber kıssalarında görülen
    hallerin bazıları ya peygamberlikten önceye aittir veya bunlarla ilgili
    nakiller muteber değildir. Bazıları da peygamberlerin şanına yakışacak
    biçimde açıklanmıştır. Çünkü eğer peygamberlerin günah işlemesi mümkün
    olsaydı, onların sözüne güvenilmez ve böylece ilâhî huccet gerçekleşmiş
    olmazdı.

      Forum Saati C.tesi Kas. 23, 2024 7:20 am