İnsanların iman etmemelerinin pek çok sebebi vardır. Ancak en temel iki sebepten ilki, insanın Yüce Allah'ı tanımaması, düşünmemesi, Rabbimiz’in sonsuz kudretini gereği gibi takdir edememesidir. Bir diğer sebep de içinde yaşadığı toplumun telkinleri nedeniyle dinin baskıcı, sıkıntılı ve özgürlüğünü kısıtlayıcı bir hayat sunacağını zannetmesidir.
Ancak insan ilk engeli aştığında, yani kendisini ve herşeyi yaratan tek mutlak varlık olan Yüce Yaratıcı’yı tanıdığında, iman etmenin asla 'zannettiği' gibi kabus dolu bir yaşama yol açmayacağını anlayabilir. Allah'ın Kendisini tanıttığı mesajı olan Kur’an'ı Kerim’i samimiyetle okur, Allah korkusunu ve sevgisini içine yerleştirir, gafletten kurtulur, kulluğunu kabullenir, Allah'ın varlığının delillerini görür, ölümü ve ahireti tefekkür ederse, onu sonsuz mutluluk ve kurtuluşa götürecek yola girmeyi başarabilir.
İman etmek insan hayatının en önemli konusudur; insana hem dünyada hem ahirette mutlu ve huzur dolu bir yaşam sunar. İman eden insanların, Allah'a karşı duydukları sevgi, bağlılık ve kadere olan teslimiyetleri, onları huzursuz edebilecek her türlü nedeni ortadan kaldırır. Çünkü inanan insan için hayatı boyunca 'kötü' olarak nitelendirebileceği hiçbir şey yoktur. Yüce Allah'ın, zahiren 'şer' gibi görünen herşeyi, kendisi için 'hayra' dönüştüreceğini çok iyi bilmektedir. Bu da müminin her zaman imani bir coşkuya sahip olmasını sağlar. Herkesin karamsar olduğu ortamlarda bile, onu üzecek herhangi bir neden mevcut olmadığından, neşesinden hiçbir şey kaybetmez.
Allah'a inanan, O'na dua eden ve tevekkül eden insanların, diğer insanlardan hem ruhsal hem de fiziksel olarak daha sağlıklı olmalarının sebebi, yaratılışlarına uygun davranmalarıdır. İnsanın yaratılışına aykırı olan felsefe ve sistemler ise, insanlara hep acı, hüzün, sıkıntı ve bunalım getirmektedir.
İman ile insan ruhu arasındaki özel ilişki, tıp dünyasında da çeşitli araştırmaların konusu olmuştur. Bir bilimsel araştırma sonucuna göre, inanan gençlerin inanmayan gençliğe nazaran daha mutlu oldukları ortaya çıkmıştır. Associated Press bu araştırmayı, 24 Ağustos 2007 günü “Birçok çocuk için inanç mutluluğun anahtarıdır” başlığı ile dünyaya duyurmuştur.
Ayrıca Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Dr. Herbert Benson'ın dini inanç ve bedensel sağlık arasındaki ilişkiyi inceleyen kapsamlı araştırmaları da, bu konuda dikkat çekici sonuçlar vermiştir. Benson, inançsız bir kişi olmasına rağmen, Allah'a olan inancın ve ibadetlerin insan sağlığı üzerinde başka hiçbir şeyde görülmeyecek derecede olumlu bir etki meydana getirdiği sonucuna varmıştır. Benson, ayrıca "diğer hiçbir inancın, Allah'a olan inanç gibi zihne huzur vermediği sonucuna" vardığını açıklamaktadır. (M. Grant Gross, Oceanography, A View of Earth, 6. baskı, Englewood Cliffs, Prentice-Hall Inc., 1993, s. 205)
Seküler bir araştırmacı olan Benson'ın vardığı sonuç, kendi ifadesiyle, insan bedeninin ve zihninin "Allah'a iman etmeye göre ayarlı" olduğudur. (Rod R. Seeley, Trent D. Stephens, Philip Tate, Essentials of Anatomy & Physiology, 2. baskı, Mosby-Year Book Inc., St. Louis, 1996, s. 211; Charles R. Noback, N. L. Strominger, R. J. Demarest, The Human Nervous System, Introduction and Review, 4. baskı, Lea & Febiger, Philadelphia, 1991, ss. 410-411)
İman etmeyen insanlar, ne kadar gayret etseler de, imani bir neşeye sahip olamadıklarından, hiçbir zaman gerçek mutluluğu yaşayamazlar. Çok isteseler bile, bir türlü samimi ve içten bir neşe ile hareket etmeyi başaramazlar. Çünkü mutluluk hissini insan ruhuna hissettiren Allah’tır ve sadece iman eden kullarına bu hissi verir. İmanın kendilerine getireceği huzurdan uzak kalan insanlar gerçek anlamda rahat olamaz, karşılarındaki insanlara da rahatsızlık verirler. Çevrelerine 'hikmetle bakan bir iç göz'leri yoktur, o nedenle olayları sadece zahiri yönden değerlendirebilirler. Batınını görmemeleri, onları Allah'a iman etmekten alıkoyar. Kısacası; sadece bakarlar, görmezler. Allah'a samimi bir şekilde iman ederek kazanacakları mutluluğu, akılsızlıkları yüzünden kaybedip mutsuz bir yaşam sürerler.
İnanan insanlara ise Allah, O'nu veli ve dost edinmelerinin ve hoşnutluğunu gözetmelerinin karşılığında, bir nimet olarak manevi bir güç verir. Bu güç onları Allah'ın rızasını daha çok kazanmak için çalışmaya ve 'Allah'a yaklaşmak için vesile aramaya' yöneltir. Zorluk anlarında sabretmelerini de kolaylaştırır. Allah onların kalplerine 'sabır ve kararlılığı raptetmiştir'. Gösterdikleri çaba, onların her geçen gün cennet ehlinin ahlakına biraz daha yakınlaşmalarını sağlar. Salih amellerde bulunmanın verdiği mutluluk, sürekli salih amellerde bulunma isteği oluşturur. Göstermiş oldukları bu çaba ne kadar çok olursa olsun, bundan dolayı bir yorgunluğa kapılmazlar. Allah, cennette vereceklerine bir sınır koymayacaktır, nimetleri sonsuzdur. İman eden insanlar da yaptıkları salih amellere bir sınır koymazlar, Allah’ın rızasının en çoğunu ararlar. Karşılığında da Allah'ın rahmetini ve cennetini kazanmayı umarlar.
Allah’ın emirlerine uyan ve Allah'ın rızasını kazanabilmek için durmaksızın çalışan müminler, hem dünyada hem de ahirette mutlu bir yaşam sürerler. Allah, iman edenlerin dünya ve ahiret mutluluğuyla müjdelendiğini Kuran'da birçok ayette bildirmektedir:
"Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur." (Yunus Suresi, 64. ayet)
"Böylece iman edip salih amellerde bulunanlar; artık onlar 'bir cennet bahçesinde' 'sevinç içinde ağırlanırlar". (Rum Suresi, 15. ayet)
İman etmeyen insanlar ise, mutsuzluklarını itiraf etmekten kaçınır ve bu durumun çeşitli sebepleri olduğunu ileri sürerler. Onları mutsuz eden ve ‘tesadüfen’ kendilerine gelip çattığını düşündükleri herşey, aslında Allah'ın onlar için yarattığı imtihanlardır. Yaşadıkları zorlukları, Allah'ın bir hikmet üzerine kendilerine verdiğinin şuurunda olmadıkları için, hoşlarına gitmeyen olaylar onları üzüp, mutsuzlaştırmaktadır.
Hüküm verenlerin hakimi Allah, Kendisine iman etmeyen, dolayısıyla akıl erdiremeyen bu insanların üzerine bir 'pislik' çökerteceğini bildirmiştir:
" Allah'ın izni olmaksızın, hiç kimse için iman etme (imkanı) yoktur. O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar. " (Yunus Suresi, 100. ayet)
İnkar edenler ile müminler arasındaki bu fark dünyada olduğu gibi ahiret gününde de ortaya çıkacaktır. Allah bu durumu Kuran’da bir çok ayetle haber verir:
"O gün yüzler ışıl ışıl parlar. Rablerine bakıp-durur. O gün, öyle yüzler vardır ki kararmış-ekşimiştir. Kendisine, beli büken işlerin yapılacağını anlamaktadır." (Kıyamet Suresi, 22-25. ayetler)
"O gün, öyle yüzler vardır ki apaydınlıktır; Güler ve sevinç içindedir. Ve o gün, öyle yüzler vardır ki üzerini toz bürümüştür.
Bir karartı sarıp-kaplamıştır. İşte onlar da, kafir, facir olanlardır." (Abese Suresi, 38-42. ayetler)
Ancak insan ilk engeli aştığında, yani kendisini ve herşeyi yaratan tek mutlak varlık olan Yüce Yaratıcı’yı tanıdığında, iman etmenin asla 'zannettiği' gibi kabus dolu bir yaşama yol açmayacağını anlayabilir. Allah'ın Kendisini tanıttığı mesajı olan Kur’an'ı Kerim’i samimiyetle okur, Allah korkusunu ve sevgisini içine yerleştirir, gafletten kurtulur, kulluğunu kabullenir, Allah'ın varlığının delillerini görür, ölümü ve ahireti tefekkür ederse, onu sonsuz mutluluk ve kurtuluşa götürecek yola girmeyi başarabilir.
İman etmek insan hayatının en önemli konusudur; insana hem dünyada hem ahirette mutlu ve huzur dolu bir yaşam sunar. İman eden insanların, Allah'a karşı duydukları sevgi, bağlılık ve kadere olan teslimiyetleri, onları huzursuz edebilecek her türlü nedeni ortadan kaldırır. Çünkü inanan insan için hayatı boyunca 'kötü' olarak nitelendirebileceği hiçbir şey yoktur. Yüce Allah'ın, zahiren 'şer' gibi görünen herşeyi, kendisi için 'hayra' dönüştüreceğini çok iyi bilmektedir. Bu da müminin her zaman imani bir coşkuya sahip olmasını sağlar. Herkesin karamsar olduğu ortamlarda bile, onu üzecek herhangi bir neden mevcut olmadığından, neşesinden hiçbir şey kaybetmez.
Allah'a inanan, O'na dua eden ve tevekkül eden insanların, diğer insanlardan hem ruhsal hem de fiziksel olarak daha sağlıklı olmalarının sebebi, yaratılışlarına uygun davranmalarıdır. İnsanın yaratılışına aykırı olan felsefe ve sistemler ise, insanlara hep acı, hüzün, sıkıntı ve bunalım getirmektedir.
İman ile insan ruhu arasındaki özel ilişki, tıp dünyasında da çeşitli araştırmaların konusu olmuştur. Bir bilimsel araştırma sonucuna göre, inanan gençlerin inanmayan gençliğe nazaran daha mutlu oldukları ortaya çıkmıştır. Associated Press bu araştırmayı, 24 Ağustos 2007 günü “Birçok çocuk için inanç mutluluğun anahtarıdır” başlığı ile dünyaya duyurmuştur.
Ayrıca Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Dr. Herbert Benson'ın dini inanç ve bedensel sağlık arasındaki ilişkiyi inceleyen kapsamlı araştırmaları da, bu konuda dikkat çekici sonuçlar vermiştir. Benson, inançsız bir kişi olmasına rağmen, Allah'a olan inancın ve ibadetlerin insan sağlığı üzerinde başka hiçbir şeyde görülmeyecek derecede olumlu bir etki meydana getirdiği sonucuna varmıştır. Benson, ayrıca "diğer hiçbir inancın, Allah'a olan inanç gibi zihne huzur vermediği sonucuna" vardığını açıklamaktadır. (M. Grant Gross, Oceanography, A View of Earth, 6. baskı, Englewood Cliffs, Prentice-Hall Inc., 1993, s. 205)
Seküler bir araştırmacı olan Benson'ın vardığı sonuç, kendi ifadesiyle, insan bedeninin ve zihninin "Allah'a iman etmeye göre ayarlı" olduğudur. (Rod R. Seeley, Trent D. Stephens, Philip Tate, Essentials of Anatomy & Physiology, 2. baskı, Mosby-Year Book Inc., St. Louis, 1996, s. 211; Charles R. Noback, N. L. Strominger, R. J. Demarest, The Human Nervous System, Introduction and Review, 4. baskı, Lea & Febiger, Philadelphia, 1991, ss. 410-411)
İman etmeyen insanlar, ne kadar gayret etseler de, imani bir neşeye sahip olamadıklarından, hiçbir zaman gerçek mutluluğu yaşayamazlar. Çok isteseler bile, bir türlü samimi ve içten bir neşe ile hareket etmeyi başaramazlar. Çünkü mutluluk hissini insan ruhuna hissettiren Allah’tır ve sadece iman eden kullarına bu hissi verir. İmanın kendilerine getireceği huzurdan uzak kalan insanlar gerçek anlamda rahat olamaz, karşılarındaki insanlara da rahatsızlık verirler. Çevrelerine 'hikmetle bakan bir iç göz'leri yoktur, o nedenle olayları sadece zahiri yönden değerlendirebilirler. Batınını görmemeleri, onları Allah'a iman etmekten alıkoyar. Kısacası; sadece bakarlar, görmezler. Allah'a samimi bir şekilde iman ederek kazanacakları mutluluğu, akılsızlıkları yüzünden kaybedip mutsuz bir yaşam sürerler.
İnanan insanlara ise Allah, O'nu veli ve dost edinmelerinin ve hoşnutluğunu gözetmelerinin karşılığında, bir nimet olarak manevi bir güç verir. Bu güç onları Allah'ın rızasını daha çok kazanmak için çalışmaya ve 'Allah'a yaklaşmak için vesile aramaya' yöneltir. Zorluk anlarında sabretmelerini de kolaylaştırır. Allah onların kalplerine 'sabır ve kararlılığı raptetmiştir'. Gösterdikleri çaba, onların her geçen gün cennet ehlinin ahlakına biraz daha yakınlaşmalarını sağlar. Salih amellerde bulunmanın verdiği mutluluk, sürekli salih amellerde bulunma isteği oluşturur. Göstermiş oldukları bu çaba ne kadar çok olursa olsun, bundan dolayı bir yorgunluğa kapılmazlar. Allah, cennette vereceklerine bir sınır koymayacaktır, nimetleri sonsuzdur. İman eden insanlar da yaptıkları salih amellere bir sınır koymazlar, Allah’ın rızasının en çoğunu ararlar. Karşılığında da Allah'ın rahmetini ve cennetini kazanmayı umarlar.
Allah’ın emirlerine uyan ve Allah'ın rızasını kazanabilmek için durmaksızın çalışan müminler, hem dünyada hem de ahirette mutlu bir yaşam sürerler. Allah, iman edenlerin dünya ve ahiret mutluluğuyla müjdelendiğini Kuran'da birçok ayette bildirmektedir:
"Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur." (Yunus Suresi, 64. ayet)
"Böylece iman edip salih amellerde bulunanlar; artık onlar 'bir cennet bahçesinde' 'sevinç içinde ağırlanırlar". (Rum Suresi, 15. ayet)
İman etmeyen insanlar ise, mutsuzluklarını itiraf etmekten kaçınır ve bu durumun çeşitli sebepleri olduğunu ileri sürerler. Onları mutsuz eden ve ‘tesadüfen’ kendilerine gelip çattığını düşündükleri herşey, aslında Allah'ın onlar için yarattığı imtihanlardır. Yaşadıkları zorlukları, Allah'ın bir hikmet üzerine kendilerine verdiğinin şuurunda olmadıkları için, hoşlarına gitmeyen olaylar onları üzüp, mutsuzlaştırmaktadır.
Hüküm verenlerin hakimi Allah, Kendisine iman etmeyen, dolayısıyla akıl erdiremeyen bu insanların üzerine bir 'pislik' çökerteceğini bildirmiştir:
" Allah'ın izni olmaksızın, hiç kimse için iman etme (imkanı) yoktur. O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar. " (Yunus Suresi, 100. ayet)
İnkar edenler ile müminler arasındaki bu fark dünyada olduğu gibi ahiret gününde de ortaya çıkacaktır. Allah bu durumu Kuran’da bir çok ayetle haber verir:
"O gün yüzler ışıl ışıl parlar. Rablerine bakıp-durur. O gün, öyle yüzler vardır ki kararmış-ekşimiştir. Kendisine, beli büken işlerin yapılacağını anlamaktadır." (Kıyamet Suresi, 22-25. ayetler)
"O gün, öyle yüzler vardır ki apaydınlıktır; Güler ve sevinç içindedir. Ve o gün, öyle yüzler vardır ki üzerini toz bürümüştür.
Bir karartı sarıp-kaplamıştır. İşte onlar da, kafir, facir olanlardır." (Abese Suresi, 38-42. ayetler)