Sünnetlerin dışında, namazın edeblerine de
riâyet etmek gerekir. Zira âdâbını yerine getirmemek namazı bozmasa da,
sevab ve fazîletini azaltır.
Namazın belli başlı edebleri şunlardır:
1 - Namazda, bedenen ve rûhen huzur, sükûnet ve haşyet içinde bulunmak.
Şuurlu
bir Müslüman, namazın ne büyük bir ibâdet olduğunu bilir, namaz
sâyesinde Hâlik-ı Zülcelâlinin mânevî huzurunda olduğunu anlar, O'nun
her an kendisini görüp bildiğini düşünerek mütevâzi bir vaziyet alır.
Kalbini mümkün mertebe bâtıl ve kötü düşüncelerden, mâsivâdan, dünyevî
alâkalardan korumaya çalışır. Bunun içindir ki "Namazın kemâli, ancak
kalb huzuruyladır" buyurulmuştur.
Namazda böyle huşû' ve huzûr
içinde bulunan bir mü'minin, ebedî saadete ve kurtuluşa ereceği,
Kur'ân-ı Kerîm'de şu şekilde müjdelenmiştir:
"Mü'minler felâh bulmuştur, ki onlar, namazlarında haşyet içinde bulunurlar." (el-Mü'minûn, 1,2).
Zeyne'l-âbidîn
Hazretlerinin ev iyanıyordu. Bağırışanların çığlıkları ise mahalleyi
altüst ediyordu. Fakat Zeyne'l-âbidîn'de hareket yoktu. Yangını
söndürdükten sonra içeriye girenler onu namazda buldular. Selâm verip
de namazı bitirince hayretle sordular:
- Evin bir köşesi tutuştu, yanıyordun, feryadlarımızı duymadın mı?
O da şöyle cevab verdi:
- Duydum duymasına da, öteki tarafın ateşi, bu ateşin heyecanını bastırdı. Onun için mühimsemedim...
Ashab-ı
Kirâm'dan Said bin Hayseme'nin atını çalıyorlardı. Görenler atın
çalındığını bağırarak duyurdular. Ama Said bin Hayseme'de bir hareket
yoktu. Ona:
- Neden atının peşinden gitmedin, dediler.
Şöyle karşılık verdi:
- Namazdaki hazzım ve zevkım, bana atımdan çok daha değerli geldi de ondan...
Evet mâneviyat büyüklerinin ve şuurlu dindarların namazları böyledir.
Burada şu mühim hususa da temas edelim:
İnsan
"benim namazım nerede, şu mâneviyat büyüklerinin kıldıkları namaz
nerede? Benim kıldığım namazlarda feyiz ve hayır yok," gibi bir hisse
kapılmamalıdır. Zira, bizim gibi âmilerin namazının da -şuûrumuz
taallûk etmese bile- büyük bir velinin ibâdeti gibi, namazın bu yüksek
feyiz ve nuranî hakikatinden bir hissesi vardır. Ancak kişilerin ruhî
tekâmül ve kalbî saffet derecelerine göre, o feyiz ve nûrun inkişâfı
farklı olur. Bir çekirdekten ağaca kadar nasıl pek çok mertebe ve
inkişaflar varsa, öyle de kılınan namazlarda da ondan daha fazla
dereceler ve mertebeler bulunabilir. Fakat en alttan, en üst mertebeye
kadar her mertebede namazdaki nuranî hakikatın ve yüksek kemâlâtın
esası mevcuttur. Tıpkı çekirdekte ağacın esası mevcut olduğu gibi...
Onun için üzüntüye ve ümidsizliğe kapılmaya hiç gerek yoktur. Bununla
beraber, ruhen daha fazla inkişâf etmeye, kılınan namazlardan daha çok
feyiz ve huzûr almaya çalışmak da lâzımdır.
Namazda huşû ve
huzûr içinde olmak kadar, şuurlu olmak da mühimdir. Bu yüzden uykulu
vaziyette namaz kılmayı Peygamber Efendimiz hoş karşılamamıştır. Bu
hususta şöyle buyurur:
"Birinize namazda uyku gelirse uykusu
geçene kadar uyusun. Zira uykulu uykulu namaz kılarsa, tevbe edeceği
yerde bilmeden sövmüş olabilir."
"Biriniz namazda uyuklarsa, okuduğunu iyice bilinceye kadar uyusun."
Resûlüllah
Efendimiz uykulu halde namaz kılmayı hoş karşılamadığı gibi, yorulmuş,
usanmış halde namaz kılmayı da hoş görmemiştir.
2 - Üste giyilmiş elbiseyi önü açık bulundurmamak, varsa düğmelerini iliklemek.
Normal
olarak insanlar arasına çıkılamayacak elbiselerle namaza durmamalıdır.
Namazda giyilen elbiselerin kirli olmamasına dikkat etmelidir.
İşçi kimseler iş elbisesiyle namaz kılabilirler. Yeter ki elbise kirli paslı olmasın.
3
- Namaz kılarken kıyamda, secde yerine; rükû'da ayakların üzerine;
secdede burnun ucuna; oturuşlarda kucağa ve selâmda da sağ ve sol omuz
başlarına bakılmalıdır.
4 - Namazda iken öksürük ve geğirme gibi davranışları mümkün mertebe gidermeye çalışmalıdır.
5
- Namazda esnerken ağzını tutmak da âdâbdandır. Ağzını tutmak, dişleri
dudakları arasında sıkmakla olur. Bu şekilde esnemeyi engellemek mümkün
değilse kıyamda sağ elin tersini, sair rükünlerde de sol elini ağzına
kor. Esnemeyi gizlemeğe çalışır. Hadîs-i şerîfte: "Cenâb-ı Hak
aksırmayı sever, esnemeyi ise kerih görür. Esneyen kimse elinden
geldiğince ona mâni olmaya çalışsın, hah hah diye ses çıkarmasın."
Diğer bir rivayette de: "Elini ağzına koysun" buyurulmuştur.
6 - Rükû' ve secdede okunan tesbihleri, tek başına namaz kılan kimsenin 3'ten fazla söylemesi.
7
- Kâmet getirilirken hayye ale'l-felâh denilince imam ile birlikte
ayağa kalkmak. İmam-ı Züfer'e göre, hayye ale's-salâh'da ayağa kalkılır.
8
- İmamın, kad kâmeti's-salâh denirken namaza başlaması. İmam bu
hareketiyle müezzini tasdik etmiş olur. Bununla beraber kâmet bittikten
sonra namaza durmakta da, bir beis yoktur. İmam Ebû Yûsuf ile diğer üç
mezheb imamına göre, böylesi daha muvafıktır.
9 - Bir namazdan sonra öbürünü beklemek, kollamak.
10 - Namazdan sonra tesbihlere, cemaatle yapılan duaya devam etmek, bunları terketmemek.
11 - Her namazdan sonra Kur'ân-ı Kerîm okumak.
12 - Evde, işyerinde namazı kolayca edâ edecek tedbirleri önceden almak.
riâyet etmek gerekir. Zira âdâbını yerine getirmemek namazı bozmasa da,
sevab ve fazîletini azaltır.
Namazın belli başlı edebleri şunlardır:
1 - Namazda, bedenen ve rûhen huzur, sükûnet ve haşyet içinde bulunmak.
Şuurlu
bir Müslüman, namazın ne büyük bir ibâdet olduğunu bilir, namaz
sâyesinde Hâlik-ı Zülcelâlinin mânevî huzurunda olduğunu anlar, O'nun
her an kendisini görüp bildiğini düşünerek mütevâzi bir vaziyet alır.
Kalbini mümkün mertebe bâtıl ve kötü düşüncelerden, mâsivâdan, dünyevî
alâkalardan korumaya çalışır. Bunun içindir ki "Namazın kemâli, ancak
kalb huzuruyladır" buyurulmuştur.
Namazda böyle huşû' ve huzûr
içinde bulunan bir mü'minin, ebedî saadete ve kurtuluşa ereceği,
Kur'ân-ı Kerîm'de şu şekilde müjdelenmiştir:
"Mü'minler felâh bulmuştur, ki onlar, namazlarında haşyet içinde bulunurlar." (el-Mü'minûn, 1,2).
Zeyne'l-âbidîn
Hazretlerinin ev iyanıyordu. Bağırışanların çığlıkları ise mahalleyi
altüst ediyordu. Fakat Zeyne'l-âbidîn'de hareket yoktu. Yangını
söndürdükten sonra içeriye girenler onu namazda buldular. Selâm verip
de namazı bitirince hayretle sordular:
- Evin bir köşesi tutuştu, yanıyordun, feryadlarımızı duymadın mı?
O da şöyle cevab verdi:
- Duydum duymasına da, öteki tarafın ateşi, bu ateşin heyecanını bastırdı. Onun için mühimsemedim...
Ashab-ı
Kirâm'dan Said bin Hayseme'nin atını çalıyorlardı. Görenler atın
çalındığını bağırarak duyurdular. Ama Said bin Hayseme'de bir hareket
yoktu. Ona:
- Neden atının peşinden gitmedin, dediler.
Şöyle karşılık verdi:
- Namazdaki hazzım ve zevkım, bana atımdan çok daha değerli geldi de ondan...
Evet mâneviyat büyüklerinin ve şuurlu dindarların namazları böyledir.
Burada şu mühim hususa da temas edelim:
İnsan
"benim namazım nerede, şu mâneviyat büyüklerinin kıldıkları namaz
nerede? Benim kıldığım namazlarda feyiz ve hayır yok," gibi bir hisse
kapılmamalıdır. Zira, bizim gibi âmilerin namazının da -şuûrumuz
taallûk etmese bile- büyük bir velinin ibâdeti gibi, namazın bu yüksek
feyiz ve nuranî hakikatinden bir hissesi vardır. Ancak kişilerin ruhî
tekâmül ve kalbî saffet derecelerine göre, o feyiz ve nûrun inkişâfı
farklı olur. Bir çekirdekten ağaca kadar nasıl pek çok mertebe ve
inkişaflar varsa, öyle de kılınan namazlarda da ondan daha fazla
dereceler ve mertebeler bulunabilir. Fakat en alttan, en üst mertebeye
kadar her mertebede namazdaki nuranî hakikatın ve yüksek kemâlâtın
esası mevcuttur. Tıpkı çekirdekte ağacın esası mevcut olduğu gibi...
Onun için üzüntüye ve ümidsizliğe kapılmaya hiç gerek yoktur. Bununla
beraber, ruhen daha fazla inkişâf etmeye, kılınan namazlardan daha çok
feyiz ve huzûr almaya çalışmak da lâzımdır.
Namazda huşû ve
huzûr içinde olmak kadar, şuurlu olmak da mühimdir. Bu yüzden uykulu
vaziyette namaz kılmayı Peygamber Efendimiz hoş karşılamamıştır. Bu
hususta şöyle buyurur:
"Birinize namazda uyku gelirse uykusu
geçene kadar uyusun. Zira uykulu uykulu namaz kılarsa, tevbe edeceği
yerde bilmeden sövmüş olabilir."
"Biriniz namazda uyuklarsa, okuduğunu iyice bilinceye kadar uyusun."
Resûlüllah
Efendimiz uykulu halde namaz kılmayı hoş karşılamadığı gibi, yorulmuş,
usanmış halde namaz kılmayı da hoş görmemiştir.
2 - Üste giyilmiş elbiseyi önü açık bulundurmamak, varsa düğmelerini iliklemek.
Normal
olarak insanlar arasına çıkılamayacak elbiselerle namaza durmamalıdır.
Namazda giyilen elbiselerin kirli olmamasına dikkat etmelidir.
İşçi kimseler iş elbisesiyle namaz kılabilirler. Yeter ki elbise kirli paslı olmasın.
3
- Namaz kılarken kıyamda, secde yerine; rükû'da ayakların üzerine;
secdede burnun ucuna; oturuşlarda kucağa ve selâmda da sağ ve sol omuz
başlarına bakılmalıdır.
4 - Namazda iken öksürük ve geğirme gibi davranışları mümkün mertebe gidermeye çalışmalıdır.
5
- Namazda esnerken ağzını tutmak da âdâbdandır. Ağzını tutmak, dişleri
dudakları arasında sıkmakla olur. Bu şekilde esnemeyi engellemek mümkün
değilse kıyamda sağ elin tersini, sair rükünlerde de sol elini ağzına
kor. Esnemeyi gizlemeğe çalışır. Hadîs-i şerîfte: "Cenâb-ı Hak
aksırmayı sever, esnemeyi ise kerih görür. Esneyen kimse elinden
geldiğince ona mâni olmaya çalışsın, hah hah diye ses çıkarmasın."
Diğer bir rivayette de: "Elini ağzına koysun" buyurulmuştur.
6 - Rükû' ve secdede okunan tesbihleri, tek başına namaz kılan kimsenin 3'ten fazla söylemesi.
7
- Kâmet getirilirken hayye ale'l-felâh denilince imam ile birlikte
ayağa kalkmak. İmam-ı Züfer'e göre, hayye ale's-salâh'da ayağa kalkılır.
8
- İmamın, kad kâmeti's-salâh denirken namaza başlaması. İmam bu
hareketiyle müezzini tasdik etmiş olur. Bununla beraber kâmet bittikten
sonra namaza durmakta da, bir beis yoktur. İmam Ebû Yûsuf ile diğer üç
mezheb imamına göre, böylesi daha muvafıktır.
9 - Bir namazdan sonra öbürünü beklemek, kollamak.
10 - Namazdan sonra tesbihlere, cemaatle yapılan duaya devam etmek, bunları terketmemek.
11 - Her namazdan sonra Kur'ân-ı Kerîm okumak.
12 - Evde, işyerinde namazı kolayca edâ edecek tedbirleri önceden almak.