Ramazan Bayramı
Bayram bir sevinç ve neşe günüdür. Yüce duyguların
coştuğu, sevgi ve saygı, hislerinin mü'minler arasında alabildiğine canlandığı
güzel günlerden biridir. O günde yardımlaşma ve kaynaşma son sınırına varır.
Bayram insanları kaynaştırıp biraraya getiren en güzel vesilelerden biridir.
Öyle ki, bayramda şahlanan yardımlaşma ve hediyeleşme ruhu yalnızca hayatta
olanlara bağlı kalmaz, dünyadan gidip kabirlerinde bir Fatiha bekleyenlere kadar
uzanır. Onların bu dileğini yerine getirmek için mü'minler bayramda kabirleri
ziyaret ederler; ruhlarına Kur'ân'lar, Fatihalar ve dualar okuyarak onları da
sevindirirler.
Ramazan Bayramının mü'minler arasında ayrı bir yeri vardır.
Çünkü Ramazan Bayramı, hergün tutulan orucun iftar vaktindeki sevinci gibi,
tutulan bir aylık orucun toplu bir iftar sevincini ifade eder. Bir ay gibi uzun
bir süreyle, özellikle Ramazan'ın yaz mevsimine denk geldiğinde sıcak günlerde
nefislerine oruç tutturan mü'minler, sabır imtihanını vererek manevi
sorumluluktan kurtulmanın sevincini Ramazan Bayramında yaşama imkânına
kavuşurlar.
Ramazan ve Kurban bayramları Hicretin 2. yılından İtibaren
kutlanmaya başlanmıştır. Ramazan orucu da ilk defa bu yıl farz kılınmış, bu ayı
oruçla geçiren rnü'minler sonraki ayın (şevval) ilk üç gününü bayram olarak
kutlamışlardır. Bu sebeple bu bayrama Ramazan Bayramı denmiştir.
"Bu
günümüzde yapacağımız ilk şey namaz kılmaktır"(1) mealindeki hadise dayanarak
Ramazan ve Kurban bayramları bayram namazlarının kılınmasıyla başlar.
Hz.
Peygamber, "Arefe günü, kurban günü ve teşrik günleri biz Müslümanların
bayramıdır. Bu günler yeme içme günleridir"(2) buyurmuştur.
Ramazan
Bayramım da bu manada bir gün olarak kabul etmiş ve bu bayramı Ramazan orucunun
iftar günü olarak nitelendirmiştir.(3) Bu sır içindir ki, Ramazan ve Kurban
Bayramlarında oruç tutmak haram kılınmıştır. Bir gün önce oruç bozmak haramken,
bir gün sonra oruç tutmanın haram olması, mü'minlerin düşünce ve duygu
dünyasında nimetlerin gerçek Sahibini hatırlatan en etkili bir
sebeptir.
Herkes bir gün önce kimin emrine uyarak oruç tutuyorsa, bugün
de Onun rızasına uyarak orucunu açar. Ve Onun gerçek nimet Sahibi olduğunu
hakkıyla idrak ederek, gerçek bir şükre yol bulur.
Bayram bir aylık
orucun toplu bir iftarı olduğu için, günlük iftarların sünnet türünden âdabı
bayramda da yerine getirilir. Nitekim orucunu tatlı bir şeyle açmayı adet edinen
Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, Ramazan Bayramına da tatlı yiyerek
başlarlardı. Bayram sabahında hurma gibi bir tatlı ile bir aylık oruçlarını
açmadan evlerinden ayrılmazlardı. (4)
Her vesile ile bizleri ibadete ve
ahiret amellerine teşvik buyuran Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam,
yılın iki bayram gecesinde kalkıp ibadet etmeyi tavsiye ederlerdi. Bu gecelerde
uyanık bulunmanın, kalbin uyanıklığına vesile olduğunu bildirirlerdi. Bunu bir
hadis-i şeriflerinde şöyle ifade etmişlerdi:
"Sevabını Allah'tan umarak iki
bayram gecesinde kalkıp ibadet eden kimsenin kalbi, kalblerin öldüğü gün ölmez."
(5)
Bayramlar saadet asrında da bambaşka bir hava ve neş'e içinde
yaşanırdı. Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bayram sabahında namazgaha
çıkardı. Peygamber hanımlarının da, diğer hanımlar ve kızlarla birlikte
namazgaha çıkması istenirdi. Kadınlar cemaatin arka tarafında yer alırlardı.(6)
Kılınan bayram namazından sonra Peygamberimizin Aleyhissalâtü Vesselam cemaate
hitaben bir hutbe okuduğunu anlatan îbni Mes'ud (r.a.) devamla şöyle
der:
"Resuîullah Aleyhissaiâtü Vesselam üzerine şehadet ederim ki, o
namazı hutbeden önce kıldı. Sonra hutbe okudu. Daha sonra kadınlara
işittiremediğini düşünüp onların yanına geldi. Onlara hatırlatmalarda bulundu,
öğüt verdi ve sadaka vermelerini emretti.
Bilal de elbiselerini açmış,
vermelerini işaret etmekte idi. Kadınlar yüzük, halka ve diğer kıymetleri
şeyleri atmaya başladılar." (7)
Bu hadiseyi anlatan sahabilerden biri,
"Kadınların bu verdikleri Ramazan Bayramı zekatı mı idî?" sualine şöyle cevap
verdi: "Hayır, lakin o vakit verdikleri bir sadaka idi. Kadınlar yüzüklerini
atıyor ve atıyorlardı."(8
Aynı olaya işaret eden Ebu Saidi'l-Hudri de
(r.a.) bayram gününde en çok sadaka verenlerin kadınlar olduğunu
anlatır.
Ramazan Bayramı, bağışlanmış olmanın bir sevinç işaretidir. Bu
bağışlanma müjdesini insanlara melekler veriyor.
Sa'd bin Evs el-Ensârî
anlatıyor: Resulullah Sallal-lahü Aleyhi Vesellem şöyle
buyurmuştur.
Ramazan Bayramı sabahı melekler yollara dökülür ve şöyle
seslenirler:
"Ey Müslümanlar topluluğu! Keremi bol olan Rabbinizin rahmetine
koşunuz. O, bol iyilik ve ihsanda bulunur. Sonra onlara bol bol mükâfatlar
verilir. Siz gece ibadet etmekle emrolundunuz ve emri yerine getirdiniz. Gündüz
oruç tutmakla emrolundunuz, orucu tuttunuz ve Rabbinize itaat ediniz,
mükâfatınızı alınız.
"Bayram namazını kıldıktan sonra bir münadi şöyle
seslenir:
"Dikkat ediniz, müjde size! Rabbiniz sizi bağışladı, evlerinize
doğru yola ermiş olarak dönünüz. Bayram günü mükâfat günüdür. Bugün semâ
âleminde mükâfat günü olarak ilan edilir."(9)
Bayram günleri sevinç
günleri olduğu için, bu sevincin açıkça gösterilmesine vesile olacak meşru oyun
ve eğlencelere de müsaade edilmiştir. Bu hususta Müslim'de ayrı bir bab ayrılmış
ve misaller verilmiştir. Bunlardan birinde Hazret-i Âişe (r.a.) şöyle
anlatır:
"Bir grup Habeşli, bir bayram günü mızrak ve kalkanlarıyla
gösteriler yaparken rakseder gibi oynuyorlardı. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam
beni çağırdı. Başımı onun omuzuna dayadım. Bu vaziyette onların harp oyununa
bakmaya başladık. Ta onlara bakmaktan ilk vaz geçen ben oluncaya
kadar."(10)
Ancak bayramdaki sevincin gaflete dönüşecek kadar taşkınlığa
varmaması lazımdır. Eğlence meşru dairede olmalı ve günah unsurlarını
taşımamalıdır. Esasen bayram Allah'ın bize verdiği İlahi bir ziyafettir. Bu
bakımdan, bayram gününde en çok Allah'ı hatırlayıp şükretmeye ihtiyacımız
vardır. Zaman şeridi içinde bayram yeni bir değişimin başı, bir dönüm noktası ve
bir muhasebe vaktidir. Ömürden bir yılın daha geçip gittiğini, kabir alemine
doğru bir adım daha yaklaşıldığını hatırlatan vesilelerden
biridir.
"Bunun içindir ki, bayramlarda gaflet istila edip gayr-i meşru
daireye sapmamak için, rivayetlerde zikrullaha (Allah'ı zikretmeye) ve şükre
azim tergibat (büyük teşvikler) vardır. Ta ki, bayramlarda o sevinç ve sürür
nimetlerini şükre çevirip, o nimeti idame ve ziyadeleştirsin. Çünkü şükür nimeti
ziyadeleştirir,, gafleti kaçırır." (11)
Nitekim büyük cemaatler halinde
kılınan bayram namazları esnasında getirilen tekbirler, gafletin giderilmesine
ve şükür vazifesinin yerine getirilmesine en büyük bir vesiledir. Sadece bir
ülke halkının değil, yeryüzünde sayısı milyarlara varan Müslümanların hep
beraber aynı anda tekbir getirdiklerini hayal ettiğimizde, karşımıza çıkan
muhteşem tablo, bayramlarımızı kâinat çapında bir manaya kavuşturur. O anda
adeta yeryüzü tek bir ağız olur, tekbir getirip namaz kılar gibi bir hale
bürünür. Misâl âleminde birleşen o seslerin bir anda yeryüzünden yükselişi,
adeta muhteşem bir koro halinde dünyamızın göklere doğru tevhidi
haykırmasıdır.
Bu muhteşem manaların yaşandığı bayram günlerinde küçük
meselelerden çıkan kırgınlıkların, dargınlıkların ne önemi olabilir? Onun için
bayramda her mü'minin kardeşleriyle kardeşlik sözleşmesini yenilemesi,
kuvvetlendirmesi, fakirlerin yardımına koşması, çocuklarını sevindirmesi
lazımdır ki, o manalar yaşanan hayata geçsin.
Bayramların asıl süsü ve zineti
tekbirlerdir. Getirilen her tekbir ruh ve gönüllerde manevi coşkuyu ve heyecanı
canlandırır. Kulu, Rabbinin azameti karşısında yüce duygulara taşır.
Ebû
Hüreyre anlatıyor:
Resulullah Resulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle
buyurmuştur:
“Bayramınızı tekbir getirmek suretiyle süsleyiniz.”
(12)
Bayramlara sünnet çerçevesinde hazırlanmak bu âdeti de ibadet haline
getirir, bu sevinç günlerini biri iman şuuru içinde geçirmeyi temin
eder.
Bunun için sünnette yer aldığı gibi bayrama önceden hazırlanmak, temiz
ve güzel elbiseleri giymek, gusletmek, misvak kullanmak veya dişleri fırçalamak,
güzel kokular sürünmek, güler yüzlü olmak, namazdan önce Ramazan Bayramında
hurma vb. tatlı bir şey yemek bugünlerimize ayrı bir mana
kazandırır.
Asıl itibariyle fıtır sadakası olarak bildiğimiz fitre de
bayram günü verilir. Ramazan ayı içinde verilmemişse fitrenin de o gün verilmesi
gerekir. Zaten Ramazan Bayramının hadislerde geçen adı "İydü'I-fıtr", yani Fıtr
Bayramı demektir. Yaratılışın gereği olan kulluk görevleri yapıldığı için bu adı
almıştır.
Bayramların en güzel şekli tanısın tanımasın mü'minlerin
tokalaşarak, kucaklaşarak birbirleriyle bayramlaşması, bayramlarını kutlaması ve
tebrikleşmesidir. Saadet Asrında Sahabiler birbirleriyle "Bârekâllâhü lenâ ve
leküm" diyerek bayramlaşılardı, yani "Allah bizden de, sizden de kabul etsin"
dedikleri rivayet edilir.(13) Bu tebrikleşme bizim dilimizde "Bayramınız mübarek
olsun, bayramınızı kutlu olsun, hayırlı bayramlar" gibi sözlerle ifade
edilir.
Kaynaklar
1) Buhârî, İydeyn: 3; 'Müslim, edâhi: 7.
2) Ebu
Davud, Şavm:50; Tirmizi, Savm:59; Nesai, Menasik:195.
3) îbni Mace, Sıvam:
32.
4) A.g.c., Siyam: 49.
5) A.g.e., Siyam: 67.
6) Müslim,
Selatü'l-İydeynyn: 11.
7) A. g .e., Salatü'l-lydeyn, 2.
8 A.g.e.,
Salalü'l-İydeyn, 3.
9) el-Tcrgîb ve't-Terhîb Trc. 2:332.
10) Müslim,
Salatiül-îydeyn, 20.
11) Lem’alar, 230.
12) et-Tergîb ve't-Terhîb Trc.
2:332.
Bayram bir sevinç ve neşe günüdür. Yüce duyguların
coştuğu, sevgi ve saygı, hislerinin mü'minler arasında alabildiğine canlandığı
güzel günlerden biridir. O günde yardımlaşma ve kaynaşma son sınırına varır.
Bayram insanları kaynaştırıp biraraya getiren en güzel vesilelerden biridir.
Öyle ki, bayramda şahlanan yardımlaşma ve hediyeleşme ruhu yalnızca hayatta
olanlara bağlı kalmaz, dünyadan gidip kabirlerinde bir Fatiha bekleyenlere kadar
uzanır. Onların bu dileğini yerine getirmek için mü'minler bayramda kabirleri
ziyaret ederler; ruhlarına Kur'ân'lar, Fatihalar ve dualar okuyarak onları da
sevindirirler.
Ramazan Bayramının mü'minler arasında ayrı bir yeri vardır.
Çünkü Ramazan Bayramı, hergün tutulan orucun iftar vaktindeki sevinci gibi,
tutulan bir aylık orucun toplu bir iftar sevincini ifade eder. Bir ay gibi uzun
bir süreyle, özellikle Ramazan'ın yaz mevsimine denk geldiğinde sıcak günlerde
nefislerine oruç tutturan mü'minler, sabır imtihanını vererek manevi
sorumluluktan kurtulmanın sevincini Ramazan Bayramında yaşama imkânına
kavuşurlar.
Ramazan ve Kurban bayramları Hicretin 2. yılından İtibaren
kutlanmaya başlanmıştır. Ramazan orucu da ilk defa bu yıl farz kılınmış, bu ayı
oruçla geçiren rnü'minler sonraki ayın (şevval) ilk üç gününü bayram olarak
kutlamışlardır. Bu sebeple bu bayrama Ramazan Bayramı denmiştir.
"Bu
günümüzde yapacağımız ilk şey namaz kılmaktır"(1) mealindeki hadise dayanarak
Ramazan ve Kurban bayramları bayram namazlarının kılınmasıyla başlar.
Hz.
Peygamber, "Arefe günü, kurban günü ve teşrik günleri biz Müslümanların
bayramıdır. Bu günler yeme içme günleridir"(2) buyurmuştur.
Ramazan
Bayramım da bu manada bir gün olarak kabul etmiş ve bu bayramı Ramazan orucunun
iftar günü olarak nitelendirmiştir.(3) Bu sır içindir ki, Ramazan ve Kurban
Bayramlarında oruç tutmak haram kılınmıştır. Bir gün önce oruç bozmak haramken,
bir gün sonra oruç tutmanın haram olması, mü'minlerin düşünce ve duygu
dünyasında nimetlerin gerçek Sahibini hatırlatan en etkili bir
sebeptir.
Herkes bir gün önce kimin emrine uyarak oruç tutuyorsa, bugün
de Onun rızasına uyarak orucunu açar. Ve Onun gerçek nimet Sahibi olduğunu
hakkıyla idrak ederek, gerçek bir şükre yol bulur.
Bayram bir aylık
orucun toplu bir iftarı olduğu için, günlük iftarların sünnet türünden âdabı
bayramda da yerine getirilir. Nitekim orucunu tatlı bir şeyle açmayı adet edinen
Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, Ramazan Bayramına da tatlı yiyerek
başlarlardı. Bayram sabahında hurma gibi bir tatlı ile bir aylık oruçlarını
açmadan evlerinden ayrılmazlardı. (4)
Her vesile ile bizleri ibadete ve
ahiret amellerine teşvik buyuran Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam,
yılın iki bayram gecesinde kalkıp ibadet etmeyi tavsiye ederlerdi. Bu gecelerde
uyanık bulunmanın, kalbin uyanıklığına vesile olduğunu bildirirlerdi. Bunu bir
hadis-i şeriflerinde şöyle ifade etmişlerdi:
"Sevabını Allah'tan umarak iki
bayram gecesinde kalkıp ibadet eden kimsenin kalbi, kalblerin öldüğü gün ölmez."
(5)
Bayramlar saadet asrında da bambaşka bir hava ve neş'e içinde
yaşanırdı. Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bayram sabahında namazgaha
çıkardı. Peygamber hanımlarının da, diğer hanımlar ve kızlarla birlikte
namazgaha çıkması istenirdi. Kadınlar cemaatin arka tarafında yer alırlardı.(6)
Kılınan bayram namazından sonra Peygamberimizin Aleyhissalâtü Vesselam cemaate
hitaben bir hutbe okuduğunu anlatan îbni Mes'ud (r.a.) devamla şöyle
der:
"Resuîullah Aleyhissaiâtü Vesselam üzerine şehadet ederim ki, o
namazı hutbeden önce kıldı. Sonra hutbe okudu. Daha sonra kadınlara
işittiremediğini düşünüp onların yanına geldi. Onlara hatırlatmalarda bulundu,
öğüt verdi ve sadaka vermelerini emretti.
Bilal de elbiselerini açmış,
vermelerini işaret etmekte idi. Kadınlar yüzük, halka ve diğer kıymetleri
şeyleri atmaya başladılar." (7)
Bu hadiseyi anlatan sahabilerden biri,
"Kadınların bu verdikleri Ramazan Bayramı zekatı mı idî?" sualine şöyle cevap
verdi: "Hayır, lakin o vakit verdikleri bir sadaka idi. Kadınlar yüzüklerini
atıyor ve atıyorlardı."(8
Aynı olaya işaret eden Ebu Saidi'l-Hudri de
(r.a.) bayram gününde en çok sadaka verenlerin kadınlar olduğunu
anlatır.
Ramazan Bayramı, bağışlanmış olmanın bir sevinç işaretidir. Bu
bağışlanma müjdesini insanlara melekler veriyor.
Sa'd bin Evs el-Ensârî
anlatıyor: Resulullah Sallal-lahü Aleyhi Vesellem şöyle
buyurmuştur.
Ramazan Bayramı sabahı melekler yollara dökülür ve şöyle
seslenirler:
"Ey Müslümanlar topluluğu! Keremi bol olan Rabbinizin rahmetine
koşunuz. O, bol iyilik ve ihsanda bulunur. Sonra onlara bol bol mükâfatlar
verilir. Siz gece ibadet etmekle emrolundunuz ve emri yerine getirdiniz. Gündüz
oruç tutmakla emrolundunuz, orucu tuttunuz ve Rabbinize itaat ediniz,
mükâfatınızı alınız.
"Bayram namazını kıldıktan sonra bir münadi şöyle
seslenir:
"Dikkat ediniz, müjde size! Rabbiniz sizi bağışladı, evlerinize
doğru yola ermiş olarak dönünüz. Bayram günü mükâfat günüdür. Bugün semâ
âleminde mükâfat günü olarak ilan edilir."(9)
Bayram günleri sevinç
günleri olduğu için, bu sevincin açıkça gösterilmesine vesile olacak meşru oyun
ve eğlencelere de müsaade edilmiştir. Bu hususta Müslim'de ayrı bir bab ayrılmış
ve misaller verilmiştir. Bunlardan birinde Hazret-i Âişe (r.a.) şöyle
anlatır:
"Bir grup Habeşli, bir bayram günü mızrak ve kalkanlarıyla
gösteriler yaparken rakseder gibi oynuyorlardı. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam
beni çağırdı. Başımı onun omuzuna dayadım. Bu vaziyette onların harp oyununa
bakmaya başladık. Ta onlara bakmaktan ilk vaz geçen ben oluncaya
kadar."(10)
Ancak bayramdaki sevincin gaflete dönüşecek kadar taşkınlığa
varmaması lazımdır. Eğlence meşru dairede olmalı ve günah unsurlarını
taşımamalıdır. Esasen bayram Allah'ın bize verdiği İlahi bir ziyafettir. Bu
bakımdan, bayram gününde en çok Allah'ı hatırlayıp şükretmeye ihtiyacımız
vardır. Zaman şeridi içinde bayram yeni bir değişimin başı, bir dönüm noktası ve
bir muhasebe vaktidir. Ömürden bir yılın daha geçip gittiğini, kabir alemine
doğru bir adım daha yaklaşıldığını hatırlatan vesilelerden
biridir.
"Bunun içindir ki, bayramlarda gaflet istila edip gayr-i meşru
daireye sapmamak için, rivayetlerde zikrullaha (Allah'ı zikretmeye) ve şükre
azim tergibat (büyük teşvikler) vardır. Ta ki, bayramlarda o sevinç ve sürür
nimetlerini şükre çevirip, o nimeti idame ve ziyadeleştirsin. Çünkü şükür nimeti
ziyadeleştirir,, gafleti kaçırır." (11)
Nitekim büyük cemaatler halinde
kılınan bayram namazları esnasında getirilen tekbirler, gafletin giderilmesine
ve şükür vazifesinin yerine getirilmesine en büyük bir vesiledir. Sadece bir
ülke halkının değil, yeryüzünde sayısı milyarlara varan Müslümanların hep
beraber aynı anda tekbir getirdiklerini hayal ettiğimizde, karşımıza çıkan
muhteşem tablo, bayramlarımızı kâinat çapında bir manaya kavuşturur. O anda
adeta yeryüzü tek bir ağız olur, tekbir getirip namaz kılar gibi bir hale
bürünür. Misâl âleminde birleşen o seslerin bir anda yeryüzünden yükselişi,
adeta muhteşem bir koro halinde dünyamızın göklere doğru tevhidi
haykırmasıdır.
Bu muhteşem manaların yaşandığı bayram günlerinde küçük
meselelerden çıkan kırgınlıkların, dargınlıkların ne önemi olabilir? Onun için
bayramda her mü'minin kardeşleriyle kardeşlik sözleşmesini yenilemesi,
kuvvetlendirmesi, fakirlerin yardımına koşması, çocuklarını sevindirmesi
lazımdır ki, o manalar yaşanan hayata geçsin.
Bayramların asıl süsü ve zineti
tekbirlerdir. Getirilen her tekbir ruh ve gönüllerde manevi coşkuyu ve heyecanı
canlandırır. Kulu, Rabbinin azameti karşısında yüce duygulara taşır.
Ebû
Hüreyre anlatıyor:
Resulullah Resulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle
buyurmuştur:
“Bayramınızı tekbir getirmek suretiyle süsleyiniz.”
(12)
Bayramlara sünnet çerçevesinde hazırlanmak bu âdeti de ibadet haline
getirir, bu sevinç günlerini biri iman şuuru içinde geçirmeyi temin
eder.
Bunun için sünnette yer aldığı gibi bayrama önceden hazırlanmak, temiz
ve güzel elbiseleri giymek, gusletmek, misvak kullanmak veya dişleri fırçalamak,
güzel kokular sürünmek, güler yüzlü olmak, namazdan önce Ramazan Bayramında
hurma vb. tatlı bir şey yemek bugünlerimize ayrı bir mana
kazandırır.
Asıl itibariyle fıtır sadakası olarak bildiğimiz fitre de
bayram günü verilir. Ramazan ayı içinde verilmemişse fitrenin de o gün verilmesi
gerekir. Zaten Ramazan Bayramının hadislerde geçen adı "İydü'I-fıtr", yani Fıtr
Bayramı demektir. Yaratılışın gereği olan kulluk görevleri yapıldığı için bu adı
almıştır.
Bayramların en güzel şekli tanısın tanımasın mü'minlerin
tokalaşarak, kucaklaşarak birbirleriyle bayramlaşması, bayramlarını kutlaması ve
tebrikleşmesidir. Saadet Asrında Sahabiler birbirleriyle "Bârekâllâhü lenâ ve
leküm" diyerek bayramlaşılardı, yani "Allah bizden de, sizden de kabul etsin"
dedikleri rivayet edilir.(13) Bu tebrikleşme bizim dilimizde "Bayramınız mübarek
olsun, bayramınızı kutlu olsun, hayırlı bayramlar" gibi sözlerle ifade
edilir.
Kaynaklar
1) Buhârî, İydeyn: 3; 'Müslim, edâhi: 7.
2) Ebu
Davud, Şavm:50; Tirmizi, Savm:59; Nesai, Menasik:195.
3) îbni Mace, Sıvam:
32.
4) A.g.c., Siyam: 49.
5) A.g.e., Siyam: 67.
6) Müslim,
Selatü'l-İydeynyn: 11.
7) A. g .e., Salatü'l-lydeyn, 2.
8 A.g.e.,
Salalü'l-İydeyn, 3.
9) el-Tcrgîb ve't-Terhîb Trc. 2:332.
10) Müslim,
Salatiül-îydeyn, 20.
11) Lem’alar, 230.
12) et-Tergîb ve't-Terhîb Trc.
2:332.