Bizi Tanımaz Oldun
Bir Ramazân-ı şerîf ayında türbesinin inşâsı
sırasında bu işle meşgul olanlar, oruç olmaları sebebiyle kabri yanında ona
karşı lâzım olan edebi tam gösterememişlerdi. Türbe inşâsında çalışan ustalar
edebe uymayan şekilde ayaklarını uzatarak oturmuşlardı. Yine bir defâsında kabri
yanında böyle ayaklarını uzatıp oturdukları sırada, Sâfî Efendinin rûhâniyeti
kendi sûretinde gözüktü. Ayaklarını uzatıp oturanlara tebessüm edip, aralarından
İbrâhim adındaki kimseye;
"İbrâhim Bey! Artık sen büyüdün bizi tanımaz
oldun." dedi.
Hemen yerinden fırlayıp;
"Aman efendim ben kimim ki sizi
saymayayım." diyerek, ağladı. Çok gözyaşı döktü. Sonra ayaklarına kapanıp
affetmesini istedi. O böyle ağlayıp yalvararak affetmesini isteyince onu
affetti. Kendinden öyle geçmişti ki, affedilince kendini toparlayabildi. Artık
bu hâdiseden sonra türbenin yanına yaklaşırken tâ uzaktan ayakta durarak edep
gösterirdi.
Bu menkıbeyi yazan müellif şöyle demektedir: Bunu
anlatmaktan maksadım nefsin terbiyesi içindir. Allahü teâlânın sevgili kulu olan
bir mürşid-i kâmil, yetişmiş ve yetiştirebilen bir rehber, mahâretli, mesleğinde
mütehassıs bir doktor gibidir. Talebesinin ıslahı ve yetişmeleri için ne lâzım
olursa, ona göre muâmele eder. Kimisine sert muâmele eder. Çünkü iltifat ona
zararlıdır. Bâzısına da yumuşak muâmele eder. Her talebe meşrebine, yapısına,
huyuna göre terbiye edilir. Eğer bunun tersi yapılırsa, rehber ne kadar mâhir
olursa olsun talebe onu herhangi bir sûretle inkâra kalkışır. Buna gücü yetmezse
istikâmetine zarar verir. Güneş her meyveye ve bitkiye yapısına göre parlar.
Meyve tatlı ise tadını, acı ise acılığını artırır. Mürşid-i kâmiller de
talebenin meşrebine, hâline bakıp ona göre yetiştirirler.
Bir Ramazân-ı şerîf ayında türbesinin inşâsı
sırasında bu işle meşgul olanlar, oruç olmaları sebebiyle kabri yanında ona
karşı lâzım olan edebi tam gösterememişlerdi. Türbe inşâsında çalışan ustalar
edebe uymayan şekilde ayaklarını uzatarak oturmuşlardı. Yine bir defâsında kabri
yanında böyle ayaklarını uzatıp oturdukları sırada, Sâfî Efendinin rûhâniyeti
kendi sûretinde gözüktü. Ayaklarını uzatıp oturanlara tebessüm edip, aralarından
İbrâhim adındaki kimseye;
"İbrâhim Bey! Artık sen büyüdün bizi tanımaz
oldun." dedi.
Hemen yerinden fırlayıp;
"Aman efendim ben kimim ki sizi
saymayayım." diyerek, ağladı. Çok gözyaşı döktü. Sonra ayaklarına kapanıp
affetmesini istedi. O böyle ağlayıp yalvararak affetmesini isteyince onu
affetti. Kendinden öyle geçmişti ki, affedilince kendini toparlayabildi. Artık
bu hâdiseden sonra türbenin yanına yaklaşırken tâ uzaktan ayakta durarak edep
gösterirdi.
Bu menkıbeyi yazan müellif şöyle demektedir: Bunu
anlatmaktan maksadım nefsin terbiyesi içindir. Allahü teâlânın sevgili kulu olan
bir mürşid-i kâmil, yetişmiş ve yetiştirebilen bir rehber, mahâretli, mesleğinde
mütehassıs bir doktor gibidir. Talebesinin ıslahı ve yetişmeleri için ne lâzım
olursa, ona göre muâmele eder. Kimisine sert muâmele eder. Çünkü iltifat ona
zararlıdır. Bâzısına da yumuşak muâmele eder. Her talebe meşrebine, yapısına,
huyuna göre terbiye edilir. Eğer bunun tersi yapılırsa, rehber ne kadar mâhir
olursa olsun talebe onu herhangi bir sûretle inkâra kalkışır. Buna gücü yetmezse
istikâmetine zarar verir. Güneş her meyveye ve bitkiye yapısına göre parlar.
Meyve tatlı ise tadını, acı ise acılığını artırır. Mürşid-i kâmiller de
talebenin meşrebine, hâline bakıp ona göre yetiştirirler.