Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    MUHAMMED ALEYHİSSELÂM

    FIRTINA
    FIRTINA
    Moderatör


    Mesaj Sayısı : 3752
    Doğum tarihi : 09/08/69
    Kayıt tarihi : 08/12/09
    Tecrübe Puanı : 24
    Yaş : 54
    Ülke : Almanya

    MUHAMMED ALEYHİSSELÂM Empty MUHAMMED ALEYHİSSELÂM

    Mesaj tarafından FIRTINA C.tesi Ara. 19, 2009 2:04 am

    Son Peygamber

    MUHAMMED ALEYHİSSELÂM



    Peygamber Efendimizin (s.a.v.) Doğumu, Çocukluğu ve Gençliği

    İnsanlığı hakka ve hakikata sevkedip dünya ve ahiret saadetlerini
    sağlamak üzere Allah Teala tarafından gönderilen peygamberlerin
    sonuncusu ve alemlerin rahmeti olan Peygamber Efendimiz, genellikle
    kabul edildiğine göre 20 Nisan (12 Rabiulevvel) 571 Pazartesi günü
    Mekke'de doğdu. İslam tarihi kaynakları, Hz. Peygamber'in nesebi ta Hz.
    Adem'e kadar sıralanan Şecere tabloları ile belirlemişlerdir. Bu
    kaynaklarda Hz. Peygamber'in yirminci göbekten atası olan Adnan'a kadar
    ittifak edilmiş, ancak Adnan'dan sonra verilen isimlerde bazı
    farklılıklar ortaya çıkmıştır. Ama O'nun Hz. İbrahim'in oğlu Hz. İsmail
    soyundan olduğunda şüphe yoktur. Buna göre Adnan'a kadar Rasulullah'ın
    şeceresi şöylece sıralanır: Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib b.
    Ha-şim b. Abdümenaf b. Kusayy b. Kilab b. Mürre b. Ka'b b. Lüeyy b.
    Galib b. Fihr b. Malik b. En-Nadr b. Kinane b. Huzeyme b. Müdrike b.
    İlyas b. Mudar b. Nizar b. Me'add b. Adnan.
    Hz. Peygamber'in
    doğumundan iki ay kadar önce babası Abdullah, ticarî bir seferden
    dönüşünde Yesrib (Medine)'de vefat etmişti. Annesi Amine, Kureyş
    Kabilesinin kollarından Benü Zühre'nin reisi Vehb b. Abdümenaf'ın kız
    idi. O sıralarda Mekke eşrafı, çocuklarını çölde bir süt anneye vererek
    emzirme adetine sahip oldukları için Hz. Peygamber, kendi annesi Amine
    tarafından ancak bir kaç kez emzirilmiş, süt anneye verilinceye kadar
    da amcası Ebu Leheb'in cariyesi Süveybe, O'na süt annelik yapmıştı.
    Daha sonra Mekke'ye komşu çöllerde yaşayan Hevazin kabilesinin
    kollarından Benü Sa'd'a mensup Halîme bint Ebî Züeyb, uzun süre Hz.
    Peygamber'e süt emzirmiştir. Mekke eşrafı tarafından Mekke'nin ağır ve
    sıcak havası çocukların gelişimine ve sağlıklarına zararlı görülüyor;
    ayrıca hac münasebetiyle her kesimden insanla temas halinde bulunan
    Mekke'de arap dili, yabancı tesirler altında kalabildiğinden, fesahat
    ve belağata önem veren Mekkeliler çocuklarının dili öğrendikleri ilk
    yıllarının Arapçanın saf ve bozulmamış şekliyle ve olanca fesahat ve
    belagatıyla arı duru konuşulduğu badiyelerde geçmesini gerekli
    görüyorlardı. Bu bakımdan Araplar arasında fasih Arapçaları ile ün
    yapmış Benü Sa'd kabilesi arasında yaklaşık ilk iki buçuk yılını
    geçiren Hz. Peygamber, ileride üstleneceği ilahî risalet görevi için
    hem bedenen, hem de ruhen burada hazırlanmış oluyordu. Hz. Peygamber'in
    kırk yaşından itibaren yürüttüğü İslam'a davet vazifesi, kabul etmek
    gerekir ki, aslında meşakkatli, yorucu, bir takım sıkıntıları olan
    mukaddes bir vazifedir. İşte bu yorucu ve meşakkatli görevi layıkıyla
    yerine getirebilmek için sağlam ve sıhhatli bir bünyeye sahip olmak
    gerekiyordu. Hz. Peygamber, böylelikle çocukluğunun ilk yıllarında
    Mekke'nin boğucu sıcak ve sıtmalı havasından uzaklaşmış, suyu ve havası
    güzel bâdiyede sağlıklı bir şekilde gelişme imkanını bulmuş oluyordu.
    Diğer taraftan güzel konuşmanın kitleler üzerindeki etkisi malumdur.
    İleride muhtelif insan kitlelerine muhatap olacak bir peygamberin
    şüphesiz iyi bir dil bilgisine sahip olması ve dili, davasının uğrunda
    en iyi şekilde kullanması gerekiyordu. İşte bu yönlerden Hz. Peygamber
    henüz çocukluğundan itibaren davet faaliyeti için hazırlanıyordu.
    Yalnız kendisi henüz o sıralarda ileride peygamber olacağı konusunda
    hiç bir bilgiye sahip olmadığından, bu hazırlanma O'nun bizzat iradesi
    ile ve bilerek olmayıp, Cenab-ı Hakk'ın yönlendirmesi, kontrol ve
    murakabe altında tutması şeklinde cereyan ediyordu. Peygamber
    Efendimizin süt annesi Halime'nin yanında iken vuku bulan "Göğsünün
    yarılması" (Şerhu's-Sadr veya Şak-ku's-Sadr) olayını da yine davete
    hazırlık olarak değerlendirmek gerekir. Bu olayda Hz. Peygamber'in
    göğsü, görevli iki melek tarafından yarılmış, kalbi çıkarılarak
    Şeytanın ve nefsin tasallut ve saptırmasından arındırılmış ve Zemzem'le
    yıkanarak tekrar yerine konulmuştur. Böylece Hz. Peygamber, ruhen
    davete hazırlanmış oluyordu.
    Şerhu's-sadr olayından sonra süt anne
    Halime tarafından Mekke'ye getirilerek öz annesi Amine ve dedesi
    Abdülmuttalib'e teslim edilen Hz. Muhammed, altı yaşına kadar annesi
    Amine'nin yanında kaldı. Bu sıralarda Amine, Hz. Peygamber'i de yanına
    alarak Medine'deki akrabalarını ziyarete gitmişti. Bu vesile ile, altı
    yıl kadar önce Medine'de ölen eşinin kabrini de ziyaret etmiş olacaktı.
    Bir ay süren bir misafirlikten sonra Mekke'ye dönerken henüz Medine'den
    pek fazla uzaklaşmadan Ebvâ denilen köyde Amine aniden rahatsızlandı ve
    vefat etti; oraya da defnedildi. Artık hem yetim, hem de öksüz kalan
    çocuğu bu yolculukta kendilerine refakat eden dadı Ümmü Eymen Mekke'ye
    getirip dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti. Yaşlı dede, kalben büyük
    bir muhabbet beslediği bu yavruyu sevgi ve rahmetle iki yıl bağrına
    bastı. Abdülmuttalib'in temsil ettiği Haşimoğullarının Mekke'deki
    itibarı ile Abdülmuttalib'in şahsî özellik, kabiliyet ve ahlaki
    faziletleri ve özellikle bir zamanlar yeri kaybolan kutsal Zemzem
    suyunu olgunluk devrelerinden tekrar bulup çıkarmış olması, onun
    Mekke'de kendisine son derece saygı duyulan, sözüne itibar ve itaat
    edilen bir reis haline gelmesini sağlamıştı. Abdülmuttalib, Kabe
    duvarına bitişik olarak sırf kendisine mahsus serilen minderde ve Mekke
    idare meclisi hüviyetini taşıyan Daru'n-Nedve'de Mekke halkının çeşitli
    problemlerini dinler ve çözüm yolları arardı. Dedesi Abdülmutta-ib'in
    yanından hiç ayrılmayan küçük Muhammed, Daru'n-Nedve'de yapılan idareye
    ve çeşitli problemlere ait müzakerelerde de dedesinin yanında bulunuyor
    ve daha o yaşlarından itibaren zulmün hakim olduğu Mekke toplumunda
    ortaya çıkan problemleri, insanların dinî, idarî, iktisadî, ilmî,
    içtimaî yönlerden nasıl bir bataklığın içinde bulunduklarını yakından
    görüp idrak ediyordu. Hz. Peygamber sekiz yaşına geldiği zaman
    Abdülmuttalib seksen iki yaşına erişmişti ve yaşlı bünye, uğradığı
    hastalıklara tahammül edemeyerek bu dünyadan ayrıldı. Abdülmuttalib
    vefatından önce sevgili torununu oğulları arasında, Hz. Muhammed'in
    babası Abdullah'la ana-baba bir kardeş olan Ebû Talib'e teslim etmişti.
    Artık Hz. Muhammed sekiz yaşından yirmibeş yaşına kadar amcası Ebû
    Talib'in yanında kalmıştır.
    Gelecekte peygamber olacağı hakkında ne
    kendisinin ne de çevresinin kesin bir bilgisi olmadığından, tabiîdir ki
    Hz. Peygamber'in bu devrelerdeki hayatı hakkında fazla bilgimiz yoktur.
    Ancak sadece Hz. Peygamber'i değil, aynı zamanda diğer Mekkelileri de
    ilgilendiren bazı olaylarda Hz. Peygamber'in aldığı yer ve oynadığı
    rol, kaynaklarımızda tespit edilmiştir. Bu devreye ait mevcut bilgiler
    arasında şüphesiz önemli olanlarından birisi, Hz. Peygamber'in Rahib
    Bahîra ile karşılaşması meselesidir. Hz. Peygamber on iki yaşlarında
    iken amcası Ebû Talib ile birlikte Şam'a doğru yol alan ticarî bir
    kervana katılmış ve kafile Şam yakınlarında Busrâ adlı bir mevkide mola
    verdiği zaman buradaki manastırda bulunan Bahîra adlı rahib, İslam
    kaynaklarına göre Hz. Peygamber'deki özelliklere bakarak O'nun ileride
    çıkması beklenilen son peygamber olabileceği kanaatine varmıştı.
    Müsteşrikler bu olayı kendi yanlı bakış açıları ile ele alarak islam'ın
    doğuşunda Hristiyan rühiyatının etkileri olduğunu, Rahib Bahîra'nın
    dinî telkinlerinin tesirinde kalan Hz. Muhammed'in bu dinî şuuru
    geliştirerek ileride İslam'ı ortaya attığını iddia ederlerse de,
    İslamiyet'in temelini oluşturan tevhid akidesi ile Hristiyanlığın
    temeli olan teslis inancının asla bağdaşamaz bir karakterde oluşu,
    İslam'ın Hristiyanlık'da mevcut teslis düşüncesini şirk olarak kabul
    etmesi, bu iddianın ne derece asılsız gülünç olduğunun en açık
    delillerindendir.
    Hz. Peygamber, bu ilk seferin ardından daha
    sonraki, yıllarda diğer amcaları ile birlikte Mekke, dışına yapılan
    bazı ticari seferlere katılmış, muhtelif bölgelerde yaşayan insanların
    farklılık arzeden dinleri, örf ve adetleri, hal ve vaziyetleri hakkında
    bilgi sahibi olmuştur. Peygamber Efendimizin daha sonraları İslam'ı
    tebliğ ederken bu bilgilerinden istifade etmesi tabiî olduğuna göre
    cereyan eden bu olayları da O'nun peygamberliğe ilmen hazırlanması
    olarak değerlendirmek gerekir. Cenab-ı Hakk'ın kontrol ve murakabesi,
    müstakbel Peygamberi ruhen de davete hazırlıyor ve cahiliye döneminin
    her türlü şirk ve sapıklığından, kötülük ve ahlaksızlığından uzak
    tutuyordu. Mekkelilerin dinî bir ayini ve bayramı olan Büvane'ye
    çocukluk yıllarında amca ve halalarının zorlamaları ile götürülen Hz.
    Muhammed, adet üzere diğer akrabalarının yaptığı şekilde burada hazır
    bulundurulan bir puta tapmak için sıraya girdiğinde, henüz kendisine
    sıra gelmeden ilahi bir ikaz ile puta tapmaktan alıkonulmuş ve olayın
    haşyeti içerisinde Hz. Peygamber kısa bir baygınlık geçirmişti. Bu
    olaydan sonra artık akrabaları O'na putlara tapmak için her harhangi
    bir ısrarda bulunmadılar. Tabiidir ki Peygamber Efendimiz çocukluk
    yıllarından itibaren hayatı boyunca asla hiç bir puta tapmadığı gibi,
    onlar adına kurban kesmemiş, putlar adına kesilen hayvanların etini
    yememiş, onlar adına yemin etmemiş, hatta onların adını dahi ağzına
    almaktan hoşlanmadığını belirtmişti. Geçim sıkıntısı çeken amcası Ebu
    Talib'e yardırcı olmak için gençlik yıllarında Mekkelilere ücretle
    çobanlık, yapan Hz. Muhammed, çobanlığı sırasında Mekke'nin dağdağalı,
    debdebeli, şirkin hakim olduğu havasından uzaklaşarak tabiatla karşı
    karşıya gelmiş, bu anlarda muhakeme ve idrak gücü gelişerek herşeyin
    yaratıcısı olan Cenab-ı Allah'ın varlığı ve birliğini, O'na eşler
    koşmanın sapıklık olduğunu iyice kavramış, karşılaştığı bir takım
    sıkıntı ve meşakkatler O'nu ruhen olgunlaştırmıştı. Çobanlık yaptığı
    günlerden birisinde sürüsünü bir çoban arkadaşına emanet ederek
    Mekke'de tertiplenen gece eğlencelerini seyretmek için kırdan şehire
    inen Hz. Peygamber, eğlence yerine gelip oturur oturmaz Cenab-ı Hakk'ın
    kendisine verdiği bir uyku ile, içkilerin içildiği, oyunların
    oynandığı, ahlaksızlıkların yapıldığı bu işret alemini seyretmekten
    dahi alıkonulmuştu. Bir başka sefer yine böyle bir eğlenceyi seyretme
    arzusu aynı şekilde engellenmiş; artık bir daha da Hz. Peygamber böyle
    bir şeye teşebbüs etmemiş, istek de duymamıştı. Hz. Peygamber yirmi
    yaşlarında iken Mekkeliler ile Hevazin kabilesi arasında Ficar Harbi
    vuku buldu. Aslında savaşabilecek bir yaşta ve güçte olmasına rağmen
    Hz. Peygamber bu harpte sadece savaş alanının gerisine düşen okları
    toplayıp amcalarına vermekle yetinmişti. Böylece genellikle cephe
    gerisinde bulunmasına rağmen bu olayın O'nda harp taktik ve teknikleri,
    sevk ve komuta gibi konularda tecrübeler oluşturduğu bir gerçektir.
    Peygamberliğinden sonra dahi hatırladığı zaman bir üye olarak
    katılmaktan şeref ve iftihar duyduğunu açıkça belirttiği Hılfü'l-Fudul
    ise hemen bu savaştan sonra gerçekleşmişti. Bu vesile ile Hz.
    Peygamber, cemiyet meselelerini yakînen tanımış, cahiliye toplumunda
    güçlünün güçsüzü nasıl ezdiğini, güç ve kuvvet karşısında zalimlerin
    nasıl eriyip titrediğini örnekleriyle görmüştü. Yirmibeş yaşında bizzat
    kendisinin idare ettiği bir ticaret kervanı Hz. Muhammed'i Hz. Hatice
    ile karşılaştırdı ve aralarında gerçekleşen evlilik, Hz. Muhammed'in
    amcası Ebû Talib'in yanından ayrılıp yeni bir aile yuvası kurmasını
    sağladı. Hz. Peygamber'in bu evlilik dolayısıyla Hz. Hatice'den altı
    çocuğu olmuştu. Bunlardan dördü kız olup Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Külsüm
    ve Fatıma adlarını almışlardı. Bunların dördü de babalarının
    peygamberliğine erişmişler ve O'na iman ederek hicret etmişlerdir.
    Oğulları ise Kasım ve Abdullah adını taşıyordu. Hz. Peygamber'in ilk
    oğlunun adı Kasım olduğu için kendisine Ebu'l-Kasım künyesi verilmişti.
    Bazı kaynaklar bunlardan başka Hz. Peygamber'in Tayyib ve Tahir adında
    iki oğlu daha olduğunu zikrederken, diğer bazı kaynaklar bu son iki
    ismin Abdullah'ın lakabı olduğunu belirtmişlerdir. Hicretten sonra
    doğan oğlu İbrahim ise Mısırlı cariye Mariye'dendir. Hz. Peygamber'in
    bütün erkek çocukları henüz küçük yaşlarda vefat etmişlerdi. Hz. Hatice
    ile evliliğinden sonra Peygamber Efendimiz ailenin geçimini ticaret
    yoluyla sağlamaya çalışmış, bazan ortaklık yoluyla, bazan müstakil
    olarak ticaret yapmıştı. Hz. Muhammed, bu ticarî muamelelerindeki
    dürüstlüğü, doğru sözlülüğü, ahde vefası, adil ve alicenab
    davranışları, herkes hakkında iyimser gelen iyilik ve yardımı yapması,
    yoksulun, muhtacın elinde tutması, yakınlarına ve akrabalarına karşı
    gösterdiği ilgi, ahlakî olgunluk ve ruhî üstünlükleri ile derhal
    temayüz etmiş, çevrede herkesin güvenip itibar ettiği, sayıp sevdiği
    bir kişi haline gelmişti. Bu sebeple Mekkeliler kendisine "el-Emîn =
    güvenilir kişi" lakabını vermişlerdi. Hz. Peygamber'in otuz beş yaşında
    iken meydana gelen Kabe tamiri olayı ve bu olay sırasında el-Haceru'l
    Esved'in yerine konması meselesinde Mekke Sülaleleri arasında çıkan ve
    kanlı bir çatışmaya dönüşme temayülü gösteren anlaşmazlığı herkesi
    memnun edecek bir tarzda ve adil bir şekilde çözmesi, O'na duyulan
    güveni daha da artırmıştı. Allah'ın mukaddes evi Kabe'nin tamiri
    dolayısıyla herkeste olduğu gibi Hz. Muhammed'de de dinî duygu ve
    heyecanlar şüphesiz harekete geçmiştir. Bu sebeple O'nda bu yıllardan
    itibaren Rabbi ile başbaşa kalma arzusu görülür. Bir de buna toplum
    içinde işlenen haksızlıklar, zulümler, ahlaksızlıklar, din adına icra
    edilen sapıklık ve akılsızlıklar eklenecek olursa, Hz. Muhammed'in
    böylesi cahilî bir toplumdan kendisini uzak tutarak yalnız, sessiz,
    sakin bir mağarada bir süre uzlete çekilmesinin sebebi daha iyi
    anlaşılır. Artık otuz beş yaşından itibaren Hz. Peygamber, belli
    zamanlarda özellikle Ramazan ayı boyunca Mekke'den uzaklaşıyor, uzlet
    yeri olarak kendisine seçtiği Hıra dağındaki bir mağarada günlerini
    geçirerek Cenab-ı Hakk'ın varlığını, birliğini, kudret ve azametini,
    O'nun gücü karşısında mahlukatın aczini ve zayıflığını düşünüyor; Rab
    Teala'nın insanlara sonsuz nimetlerini, buna karşı insanoğlunun
    nankörlüğünü, onların dinî, siyasî, içtimai, ahlakî vs. yönlerden
    içerisine düştükleri kötü durumları hatırlıyordu, işte bu uzlet,
    günleri Hz. Peygamber'i ruhi, ahlakî bir olgunluğa götürdüğü gibi
    tefekkür ve istidlal melekelerini geliştirerek aklî ve ilmî bir
    yüceliğe de eriştirdi.

      Forum Saati Paz Mayıs 19, 2024 7:47 pm