Download
MÂNÂSI
De
ki: Ey kâfirler! Tapmam o taptıklarınıza. Siz de tapanlardan değilsiniz
benim Mabudum (Allah)'a. Hem ben tapıcı değilim sizin taptıklarınıza.
Hem de siz tapıcı değilsiniz benim ibâdet ettiğim (Allah)'a. Size
dîniniz, bana da dînim.
Tefsir - Bu sûreye, Kâfirûn
Sûresi denir. "De ki" buyruğu, Peygamberimizedir. Mekke devrinde nâzil
olmuştur. Peygamber Efendimiz Allâh'tan aldığı buyrukları, çok yumuşak
bir şekilde söylemeğe memur idi. Halbuki bu sûreyi tebliğ ederken, 'Ey
kâfirler?' diye en ağır bir vasıfla başlaması için emir alıyor. Çünkü
bu sûrede kendilerine "Ey kâfirler!" diye söylenilen kimseler hakka
karşı besledikleri kinlerini, gayızlarını ve öfkelerini bir türlü
gideremiyen, tuttukları kötü yoldaki inatlarından vazgeçmiyen ve îmana
gelmiyecekleri, Allâh'ın katında belli bulunan kimselerdir ki "küfür"
bunlar için değişmez bir vasıftır. Binâenaleyh, buradaki kâfirlerden
maksat, Kureyş'den muayyen kimselerdir.
Peygamber
Efendimiz İslâm dâvâsını, bir tek Allâh'a îman ve ibâdet etmek
akîdesini ortaya atıp da "Ey insanlar, bu putlara tapmayı bırakın,
Allâh'ın bir olduğuna îman ve yalnız O'na ibâdet edin, O'ndan başka
ibâdete lâyık bir İlâh yoktur" dediği zaman, Kureyş O'na şöyle karşı
koydular: "Biz dedelerimizden kalan putlarımızı bırakamayız. Biz onlara
tapmak suretiyle asıl Allâh'a, yeri göğü yaradana yaklaşabileceğiz.
Atalarımızın yolundan ayrılıp da senin peşinden gidemeyiz."
Allâh'a
bir takım ortak isnat eden, Allâh'ı bırakıp da kendi elleriyle
yaptıkları putlara tapan bu müşrikler fikirlerinde o kadar inat ve
ısrar ettiler ki, kendilerini doğru yola çağıran Peygambere ve O'na
îman edenlere yapmadık eziyet bırakmadılar. Peygamber Efendimiz de hiç
durmadan ve yılmadan vazifesine devam ediyordu.
En
sonra Kureyş'in azılılarından beş on kişi Peygamberimize gelerek şöyle
bir teklifte bulundular: "Sen bu dâvâdan vazgeç, biz sana istediğin
kadar mal verelim, seni kendimize reis yapalım. Eğer buna da razı
olmazsan seninle bir uzlaşma yapalım: Sen bâzan bizim putlarımıza tap,
biz de arasıra senin Allâh'ına tapalım. Böylece hayır ve selâmet
hangisinde ise ona hepimiz kavuşmuş oluruz."
Kalbleri
kararmış olan bu zavallılar Peygamberlik ne demek olduğunu bir türlü
anlayamıyorlardı. Bilmiyorlardı ki: "Hazret-i Muhammed (aleyhi's-selâm)
bu ilâhî dâvâsından, bu hak yolundan asla dönemezdi. Hiçbir sebep ve
menfaat O'nu yolundan çeviremezdi. Çünkü O, maddî bir menfaat, bir
şöhret peşinde koşmuyordu. O, Allah'ın bir elçisi idi ve O'nun namına
hareket ediyordu.
İşte müşriklerin böyle söylemeleri
üzerinedir ki, Allah bu sûreyi Peygamberine indirdi ve onlara verilecek
cevap bu sûreyi okumak olduğunu bildirdi. Peygamber Efendimiz de
onların yukarıdaki ahmakça tekliflerine cevap olarak bu sûreyi okudu.
Bununla onlara bir kere daha anlattı ki: "Ey Allâh'a inanmayan ve O'na
ortaklar yapan ve putlara tapan kâfirler! Ben Allâh'ın Peygamberiyim;
sizi hak yoluna çağırmaya memurum; bu benim kendi dâvam değildir. Size
ancak Allâh'ın emirlerini söylüyorum. Allâh'tan nasıl almış isem öylece
size tebliğ ediyorum, bildiriyorum. Sizin teklifiniz, cahilce, ahmakça,
kâfirce bir tekliftir. Çünkü ben, sizin İlâh diye tapıp durduğunuz ve
benim de bazı kere tapmamı istediğiniz o putlara ne geçmişte, ne şimdi,
ne de bundan sonra bir an bile tapmadım, tapmıyacağım ve tapmam. Ben,
yalnız ve yalnız Rabbü'l-âlemin olan tek Allâh'a ibâdet ederim. Esasen
siz de benim ibâdet ettiğim hak mâbuda, Allâhu Teâlâ'ya ibâdet
edicilerden değilsiniz. Bugüne kadar O'na ibâdet etmediğiniz gibi şimdi
de O'na tapmıyorsunuz ve bu halinizle O'na tapıcı ve tapacak da
değilsiniz. Çünkü O'nun birliğine ve ibâdetin yalnız O'na olacağına,
O'ndan başkasına tapmanın şirk ve küfür olduğuna îman etmediniz ve
etmiyorsunuz. (Bâzan putlarımıza, bâzan da Allâh'a tapalım) demek,
Allâh'ın bir olduğuna inanmamaktır. Binâenaleyh sizin taptığınız, benim
ibâdet ettiğim Allâh olmadığı gibi, ibâdetiniz de benim ibâdetim
değildir. Ben yeri göğü yaratan bir Allâh'a, O'nun emrettiği gibi
ibâdet ediyorum; siz ise kendi elinizle yaptıklarınıza tapıyorsunuz.
Madem ki öyledir ve madem ki sizde hakkı duymak istidadı yoktur; artık
sizin olsun dîniniz ve taptıklarınız; hak İslâm Dîni de benimdir."
Bu
sûreden şunları da öğreniyoruz: "Allâh'a kulluğun şartı tam bir îman ve
ihlâstır. Her şeyten önce O'nun bir olduğuna, sonsuz ve küllî
kudretine; her tasarruf O'nun elinde olduğuna, eşi ve benzeri
olmadığına inanmak lâzımdır. Fakat bu kadarı yetmez. Bundan sonra da
O'na öz yürekle ibâdet etmek, ibâdetin de yalnız O'na olacağına inanmak
ve ibâdette O'na başkasını şerik yapmamak, canlı cansız, ne suretle
olursa olsun başka birine tapmamak, tapınır derecede gönül vermemek
gerektir. Yoksa hem Allâh'a ibâdet, hem de bizi Allâh'a yaklaştırsın
niyetiyle başkasına tapmak ve Allâh'tan istenilecek şeyleri ondan
istemek, îmansızlıktan başka bir şey değildir. Sonra îman demek, bir
şeye sımsıkı sarılmak demektir. Bugün bir türlü, yarın başka türlü, her
gün renkten renge girmek îman değildir.
Bu sûrenin
sonunda "Sizin dîniniz size, benimki de bana" buyurulması müşriklerle
bir mütareke yapmak değil, onlara tam bir meydan okumaktır.